Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Baştan aşağı" ziyafet



Toplam oy: 992
Refik Halid Karay
İnkılap Kitabevi
Rahatlıkla söylemek mümkün: Yaşadığı dönemde Türkçe edebiyatın yurtdışına açılma olanağı günümüzdeki gibi olsaydı, Refik Halid tüm dünyanın okuyacağı ilk romancımız olurdu.

Bazen, nasıl güzel bir melodi dinlemeyi özlerse insan, güzel Türkçe ile yazılmış bir metin okumayı da özler. Böyle zamanlarda sığındığım, güvenli iki liman vardır: Refik Halid Karay ve Sait Faik. Refik Halid Karay uçsuz bucaksız bir deryadır. Siyasete el atmışlığı nedeniyle çalkantılı ve maceralı geçen yaşamı, edebiyatını da beslemiştir. Çok sayıda bohem şairimiz olsa da romancılarımız arasında sergüzeşti romanlara konu olacak isim sayısı azdır. Sanırım sadece bize özgü değil, belki de şiir-roman, şair-romancı farklılıklarından kaynaklanan bir olgudur bu. Refik Bey hayattan kam almayı bildiği gibi üretken olabilmeyi de başarmış bir şahsiyettir. Külliyatı 20. yüzyılın Türkçedeki en değerli hazinelerinden birisidir. Şu meşhur "eski İstanbul Türkçesi"nin ne menem bir şey olduğunu anlamak isterseniz başvuracağınız ilk kaynaktır.

 

 

 

 

İnkılâp Yayınları 2009'dan itibaren külliyatının yeni baskılarını gerçekleştiriyor. Bir numaralı kitap, Refik Bey'in mütareke dönemi anılarının yer aldığı Minelbab İlelmihrab: Yani kapıdan mihraba kadar, ya da başka bir deyişle baştan aşağı. Kitabın alt başlığı ise: “1918 Mütarekesi devrinde olan biten işlere ve gelip geçen insanlara dair bildiklerim.” Eğer hâlâ bir RHK kitabı okumadıysanız, yeni yıl öncesi kendinize bir iyilik yapıp -hangisi olduğu fark etmez- bir tanesini seçip okuyunuz. Yaşınız çok genç ise günümüz Türkçesine daha yakın olması açısından geç dönem eserlerinden başlamak daha uygun olacaktır. Sözgelimi Minelbab, benim gibi bir Osmanlıca meraklısı değilseniz, tarifi imkânsız dil ziyafetine rağmen size muhtemelen yabancı bir dil gibi gelecektir. Ama olsun, deneyin, yeni ve güzel sözcükleriniz olsun.

 

 

 

 

 

Refik Bey’in Acıklı Hikayesi

 

 

 

Refik Bey’in hayat hikâyesine bize ayrılan sayfa yetmeyeceği için ortadan dalış yapalım. Minelbab, Karay’ın 1923 yılında Milli Mücadele’ye muhalefeti nedeniyle kaçmak zorunda kaldığı Beyrut'ta kaleme alınıyor. Anılar da bu süreci anlatıyor zaten. 1888 doğumlu Refik Bey, henüz 20'li yaşlarının başında ünlü bir gazeteci ve İttihat ve Terakki muhaliflerindendir. Mektebi Sultani'ye tahammül edemeyip orayı terk etmiş; işe başladığı devlet dairesinde sıkıntıdan patlamıştır. Kirpi takma adıyla yazdığı muhalif yazılar nedeniyle 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra sürgün edilir. Beş yıllık bu Anadolu sürgünü; zarafeti, yetiştirdiği gülleri ile meşhur üst düzey bürokrat bir İstanbul beyefendisinin oğlu olan Refik Bey'in Anadolu gerçeği ile yüzleşmesini sağlar. Anadolu'nun edebiyatımıza girişini bu sürgüne borçluyuz diyebiliriz. Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin kuruluşu ile birlikte Refik Bey'i bu partinin üst düzey kadroları arasında görürüz. Damat Ferit Paşa ile huzuruna çat kapı çıkacak kadar yakın olması hasebiyle, mütareke döneminde hükümetlerin kuruluşlarını, nazırların atanmasını etkileyecek bir siyasi güce kavuşur. Bu güç sayesinde kendisinin de bir bakanlık kapması işten bile değildir ama o, Bakanlık'tan Umum Müdürlüğü'ne dönüştürülen Posta İdaresi'nin Umum Müdürlüğü görevini üstlenir. Dönemin tüm iletişimine hakim olan bu görev onun kaderini de belirleyecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

1919'da Mustafa Kemal'in müfettiş olarak Anadolu'ya geçmesi ve kurtuluş mücadelesini başlatması ile birlikte sorunlar baş gösterir. Mustafa Kemal ordudan istifa etmiş, Erzurum ve Sivas kongrelerini örgütlemeye başlamıştır. Bu örgütlenme çabaları içerisinde telgraf iletişiminin çok önemli bir işlevi vardır. Anadolu'daki il posta müdürlüklerinin kontrolü konusunda Mustafa Kemal ile Refik Bey arasında zorlu bir mücadele başlar. İşgal altındaki başkentte, perişanlığa ve zavallılığa tanık olan Refik Bey'e göre Mustafa Kemal'in teşebbüsü umutsuz bir maceradır. İstanbul hükümeti isyancı güçlerin telgraf ağını kullanmasını engellemeye çalışırken, Mustafa Kemal kendilerine biat etmeyen posta müdürlerini tutuklamakla tehdit eder. 1919'da da başka isimlerle birlikte Refik Halid için de bir tutuklama emri çıkartır.

 

 

 

 

 

 

Ankara’yı Titreten Anılar

 

 

 

 

 

 

 

 

Sonuçta mucize gerçekleşir, Kurtuluş Savaşı kazanılır, sıra İstanbul'un geri alınmasına gelmiştir. Bundan sonra olacaklara fazla değinmeyelim, zira aynı zamanda bir macera romanı kıvamında olan Minelbab'ı okumak isteyeceklerin keyfini kaçırabiliriz. Minelbab, tam bir mücevher; tipik RHK hınzırlıkları ve hicvi ile desteklenen nefis bir eski Türkçe, çok değerli bir dönem tanıklığı ve tüm bunlara bir macera romanı sosu ekleyen nefes nefese bir final. Refik Halid, anılarını Beyrut sürgününde yazmaya başlar, İstanbul'da bir gazetede tefrika edilmesiyle birlikte yer yerinden oynar, konu TBMM oturumlarına bile taşınır. Zira her devrimde olduğu gibi bir kısım zevat son anda devrim trenine atlamayı, yeni devrin adamları olmayı başarmışlardır. Anılar bu zevatın kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü için son derece tehlikelidir. Yasal bir dayanak olmamasına rağmen, anıların yayınlanması durdurulur. Refik Bey için bu durumun en üzücü yanı, üç kuruşa muhtaç olduğu Beyrut'ta yayın gelirinden mahrum kalmasıdır.

 

 

 

 

Bugünden bakılınca Refik Halid Karay'ın siyasi olarak yanlış bir pozisyon aldığını söylemek kolay. Ancak dönemin şartları içinde düşünülünce, özellikle İttihat ve Terakki'nin anti demokratik uygulamaları; Talat, Enver ve Cemal Paşa'ların imparatorluğu uçurumun kenarına sürüklediği, oradan da aşağı yuvarlamalarının yarattığı atmosferde, birçoğu eski İttihatçı kadrolardan oluşan bir harekete şüpheyle bakılmasını anlamak mümkün. Anılarının satır araları, politik olarak yanlış ata oynamış olsa da Refik Bey’in dürüst ve iyi bir insan olduğunu kanıtlıyor. Onun hikâyesi aynı zamanda Mustafa Kemal'in neden özel bir insan olduğunun da kanıtı adeta. Milli Mücadele sırasında belki yakalasa ipe göndereceği Refik Bey’in yazınsal macerasını takip etmeyi sürdürüyor Mustafa Kemal. Bu zeki, hınzır ve müthiş yetenekli edebiyatçının harcanmasına gönlü el vermiyor olmalı ki, o dönem sürgünde olan ve 150'likler olarak adlandırılan grubun affına izin veriyor. Şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Eğer yaşadığı dönemde Türkçe edebiyatın yurt dışına açılma olanakları günümüzdeki gibi olsaydı, Refik Halid Karay bütün dünyanın okuyacağı ilk romancımız olurdu.

 

(Manşette yer alan İstanbul tablosu Yasemin Arkun'a aittir.)

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.