Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir arkadaşı görme biçimleri


Şahane
Toplam oy: 887
Elena Ferrante // Çev. Eren Yücesan Cendey
Everest Yayınları
Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım, büyümenin, hayatın içine karışmanın ve arkadaşlık yoluyla kendi kimliğini bulmanın hikayesini anlatıyor.

Elena Ferrante’nin "Napoli Romanları" üstbaşlığıyla yayınlanan dört ciltlik serisinin ilk kitabı Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım Türkçeye tercüme edileli henüz birkaç ay oldu. Ferrante yurt dışında epey ilgi gördü ve kitapları hızla, başta İngilizce olmak üzere, başka dillere çevrildi. Serinin ilk kitabının Türkçeye çevrilmesi içinse dört yıl geçmesi gerekti. Üstelik yeterince ilgi gördüğünü söylemek de güç. Oysa yurtdışında çabucak çok satanlar listesine girmiş ve üzerine çok sayıda eleştiri ve değerlendirme yazısı yazılmıştı. Bunun sebeplerinden biri olarak yazarın kim olduğu hakkında kimsenin bir fikir sahibi olmayışını gösterebiliriz. Çünkü Elena Ferrante ismi yazarın gerçek adı değil, 1992’de yayınladığı ilk romanı L'amore molesto’dan (Belalı Aşk) itibaren kullandığı müstear ismi. Üstelik Ferrante yalnızca The New York Times ve The Paris Review’a röportaj verdiği için –ki bu röportajları da yayıncısı aracılığıyla yapıyor, muhabirler de Ferrante’nin kim olduğunu bilmiyor– onun gerçek kimliği hakkında el altından da olsa herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Yurt dışında Ferrante’ye yönelik ilgi kısmen onun esrarlı kimliğinden ötürü artmışken, Türkiye’de böyle bir etki oluşmuş görünmüyor.

 

 

Kadın dostluğu ve feminist izler

 

 

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım, iki kız arkadaşın, Lila ve Lenù’nün, Napoli’nin bir mahallesindeki hayatını anlatır. İkisi de bu fakir mahallede okulla, başarıyla, hayatın kendisiyle tanışır. Birbirleriyle ise ilkokul birinci sınıfta tanışırlar ve hemen birbirlerinin en iyi arkadaşı olurlar. Lila ve Lenù’nün arkadaşlıkları ve yaşadıkları gündelik ve pek de sıradışı olmayan olaylar ise Ferrante’nin romanının esas konusunu oluşturur. Roman boyunca Lenù’nün Lila’yı görme ve tahayyül etme biçimi üzerinden kendi kimliğini nasıl oluşturduğunu görürüz. Bu bakımdan Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım büyümenin, hayatın içine karışmanın ve arkadaşlık yoluyla kendi kimliğini bulmanın hikayesini anlatır. Ferrante de vermiş olduğu mülakatlardan birinde bu konuya neden önem verdiğini anlatır; "Kadınların kendi aralarındaki ilişkilerin erkeklerinki gibi elle tutulur kuralları yoktur,” der. “İki kadın arasındaki, uzun bir arkadaşlığın iyi ve kötü duygulara, bağlılığa ve başkaldırıya, karşılıklı desteğe ve ihanete nasıl göğüs gerdiğini, bunlara rağmen nasıl hayatta kaldığını hikayelemek istedim."*

 

Gerçekten de Lila ve Lenù arasındaki ilişkinin karakteri romantik bir biçimde salt mutlak çatışmasızlığa, dinginliğe, mutluluğa ve heyecana dayalı değildir. Onların arkadaşlığının temelini oluşturan şey, diğerleriyle birlikte rekabet, kıskançlık ve kırgınlıklardır da. Gerek okulda aldıkları notlarda, gerek Latince veya Yunanca öğrenirken, gerekse sevgililerinin zenginliklerini kıyaslarken rekabetin soğukluğunu hissetmek mümkündür. Luna’nın, "Her zaman benim yapmam gereken şeyleri, benden önce ve benden iyi yapmak zorunda mıydı?" sözü yeterince açıklayıcıdır. Ancak roman boyunca bu rekabet ilişkisinin onların aralarındaki dostluğu pekiştiren, sağlamlaştıran bir araç işlevi gördüğü fark edilir. Çünkü bütün bu çekişme aslında bir mücadelenin ürünüdür.

 

Ferrante, Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım boyunca iki kız çocuğunun olgunlaşmasının hikayesini anlatır. Bu hikayede epey güçlü feminist izler bulmak mümkün. Kitabın henüz başlarında Don Achille’nin öldürülmesinde, iki arkadaşın erkeklerle kurdukları ilişkilerden edindikleri ilk deneyimlerde ve dahasında erkekliğe karşı bir tepkinin var olduğunu görürüz. Lila ve Lenù’nün sınıfsal durumu da göz önünde bulunduğunda feminist açıdan bir maduniyet öyküsü okumaktayızdır. İki arkadaş da bir yandan sessiz ve derinden bir isyan halini taşır –ki buna ergenliğin de sebep olduğunu söylemek gerek– bir yandan da içinde bulundukları toplumda var olmak adına kendi kimliklerini ve arzularını törpülerler, toplumsal yapıya entegre olurlar. Ferrante’nin iki kızın bedeninde gerçekleşen dönüşümleri yalın bir biçimde ve göstererek anlatması da Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ın aslında yalnızca bir dostluk romanı olmadığını, aynı zamanda siyasal bir duruşu da bulunduğunu göstermektedir. 

 

Özkurguya kadın müdahalesi

 

Ferrante’nin romanının tamamen kurgu olduğu fikrine katılmak pek mümkün değil. Ferrante’nin aslında kendi yaşamını aktardığı okur tarafından anlaşılabilir – yurt dışındaki eleştirmenler bu konuda çoktan fikir birliğine dahi varmışlardır. Dolayısıyla Ferrante’nin romanını doğrudan son birkaç yılda Batı romancılığında hızla yayılan özkurgu türüyle ilişkilendirebiliriz. Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım ilk bakışta diğer özkurgu romanlarından farksız gibi görünebilir. Ancak Karl Ove Knausgaard’dan, Ben Lerner’dan veya seleflerinden kesin biçimde ayrı bir yerde durur. Zira 21. yüzyıldaki tüm özkurgu yazarları romanı kurgularken kahramanı/kendilerini merkez olarak alır. “Normal olan da bu zaten,” denebilir, ancak bu merkez o kadar geniştir ki, diğer karakterlerin eylemleri, etkileri kahramanın yanında oldukça önemsiz kalır – radikal bir merkezdir bu. Gerçekliği bir tek karakterin gözünden görürüz. Ferrante ise roman boyunca gerçekliği arkadaşı Lila ile, Lila üzerinden, Lila vasıtasıyla alatır. Özkurgudaki geniş ve sağlam merkez burada bir yıkıma uğramasa da dönüşüme uğramıştır. Bir kadın yazar olarak (bundan çok da emin olmak mümkün mü, bilemiyorum) bunu yapması ise son derece önemli.

 

Ferrante, roman boyunca bize otobiyografik bir portre çizmez, kendisine dair, yaşamış olduğu bir arkadaşlığa dair bir öyküyü “otobiyografikmişçesine” aktarır. İnceden inceye hissedilen bu “mış gibi” havası sayesinde Ferrante, hem dostluğu, hem siyaseti, hem romantizmi hem de önüne geçilemez arzuları bir arada yansıtabiliyor. Onun anlatısını güçlü kılansa tam da bu katmanlılık. Ayrıca Ferrante’nin dilinin sadeliği ve doğrudanlığı da romanın yapısına ayrı bir güç katıyor. Ancak bu gücün Türkçe çeviride yer yer kırıldığını, yok olduğunu ve yapmacıklaştığını görmek mümkün. Romanın bazı yerlerinde – en azından İngilizcesi My Brilliant Friend’de var olmayan – süslü ve aşırı edebi dil, öykünün akışı içinde rahatsız edici bir hal alabiliyor ve kesintiye uğramış bir anlatı izlenimi yaratabiliyor. Yine de “Ferrante’nin olağanüstü nefis romanı” okuyucuyu Napoli sokaklarından erkek egemen toplum eleştirisine uzanan uzun bir yolculuğa çıkarıyor.

 

 

 


 

 

http://www.vogue.com/983355/elena-ferrante-neapolitan-novels-origin-those-who-leave-and-those-who-stay/

 

* Görsel: Jerry N. Weiss

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.