Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir diyalog romanı


Vasat
Toplam oy: 1060
Akif Kurtuluş
İletişim Yayıncılık
Ukde uzun değil ama yoğun bir roman. Özenle oluşturulmuş katmanların ne kadarına nüfuz etmek istediğinize bağlı olarak, farklı biçimlerde okunabiliyor.

İki yıl önce ilk romanı Mihman ile ilişkilere şerh koyan Akif Kurtuluş, hayranlarını fazla bekletmedi. Yeni romanı Ukde ile ilişkilerin romanını yazmaya Mihman’da kaldığı yerden devam ediyor. İlk olarak Romantik Korno kitabında bir otobüs yolculuğunda ortaya çıkan defter, bu kez bir otomobilin bagajındaki zulada bulunuyor tesadüfen.

 

Ukde uzun değil ama yoğun bir roman. Tıpkı Mihman’da olduğu gibi Akif Kurtuluş’un özenle oluşturduğu katmanların ne kadarına nüfuz etmek istediğinize bağlı olarak, farklı biçimlerde okunabiliyor. Okuyucunun kendi ilişkilerinin tarihi, yoğunluğu, ilişkileri üzerinde düşünme alışkanlığı, romanı da nasıl okuyacağını belirleyecek. Daha çok yaşamış olanlar daha çok düşünecek, farklı katmanları daha iyi anlamak, çözümlemek isteyecektir. Ayrıca Akif Kurtuluş’un yine Mihman’da olduğu gibi romanını tarihsel olarak düz bir çizgide kurmuyor oluşu, roman kahramanlarının yaşadıkları anlardaki iç sesleri ile diyalogların, anıların iç içe geçmesi, okuyucunun tüm o katmanlara nüfuz edebilmesi için fazladan çaba göstermesini gerektiriyor. Kısacası, “Bir roman okuyayım kafamı biraz dağıtayım,” tarzında değil; tam tersi etki yapabilecek, okuyucuyu uğraştırabilecek bir roman var elimizde. Eğer ipucu niteliğindeki cümlelerden bir tanesini atlarsanız veya unutursanız, sonraki kimi kısımlar anlaşılmaz olabilir veya katmanlardan birisi açılmadan kalabilir. Beni epeyce uğraştırdığını itiraf etmeliyim, bir kereden fazla okudum, bazı bölümleri tekrar tekrar okudum; hâlâ da emin olamıyorum tamamını çözebildiğimden, karakterleri tam olarak anlayabildiğimden. Ama hayat tıpatıp böyle değil midir? Kimi tam olarak anlayabiliriz, hatta bir başkasına gitmeye hiç gerek yok, tam burada olanı, “beni” ne kadar anlayabiliriz? Her zaman kapanmaz bir fark ile yaşamak zorundayız; ne olmuşluğumuzun ne de olmakta olduğumuzun eksiksiz, kusursuz bir dökümüne sahip olamayız.

 

Bir defter bulabilme ihtimalim

 


Müteveffa Nuri beyin, yıllar önce altı aylığına bir eğitim için gittiği İngiltere’de tesadüfen tanıştığı Sivrihisarlı bir Ermeni olan Benjamin bey nedeniyle yazmaya başladığı defterle başlıyor romanımız. Defteri Nuri beyin dul eşi, emekli ağır ceza hâkimesi Cavidan Hanım ile birlikte okuyoruz. Cavidan hanım, hayatını paylaştığı eşinin yaşarken kendisi ile paylaşmadığı “satırlarıyla karşılaştığında ne hissedeceğini bilememiştir;” Nuri beyin yazdıklarına koşut olarak o günleri, yaşananları hatırlamaya başlar. Bir yandan Nuri-Benjamin ilişkisini öğrenirken, aynı zamanda Cavidan-Nuri ilişkisi de açılmaya başlar önümüzde. Bir diğer denklem de Cavidan’ın fakülte arkadaşı olup, gençliğinde yaşadığı bir ilişki nedeniyle meslekten ayrılmak zorunda kalan, çok uzun süre hayatına bir erkek girmeyen, yakın zamanda evlenecek olan Hamiyet’in sahneye çıkmasıyla Cavidan-Hamiyet arasında kurulacaktır. Bu ilişkiler ya da denklemler kuşkusuz yalıtılmış olarak yaşanmamıştır; bir ilişkiye tanık olmak bile ilişkinin tarafları ve tanığı üzerinde etki yapacaktır. Ancak kimin neyi, nasıl yaşadığından kimin ne kadar haberi vardır? Kendi ilişkilerimizi, yenilgilerimizi, yanılgılarımızı sürekli olarak benzerlerimizin, arkadaşlarımızın ilişkileri üzerinden değerlendirmeye, meşrulaştırmaya veya yargılamaya çalışmaz mıyız? Her insan bir limittir, karşısındakinden farklı bir limittir. Bir başkasında en çok görebileceği kendi limiti olacaktır; varsa da ötesini göremeyecektir. Diğeri hakkında bu kendi limiti ile sınırlı bir yargının değeri, gerçekliği, ağırlığı, hakikatı temsil yeteneği ne olabilir? Bir de bunun üzerine sırları, söylenmiş ya da söylenmemiş ama yaşanmış yalanları, aldatmayı, aldatılmayı veya aldatırken aldatılmayı eklediğimiz zaman, bir başkasını anlamanın imkansızlığı ile baş başa kalırız. Ama başkasına, yanıbaşımızdakine, sevgilimiz, hayat yoldaşımız, arkadaşımıza gelmeden, daha yakıcı bir sorun vardır: Kendimiz hakkında ne biliyoruz, ne kadar bilebiliriz?

 

Ukde bana kendim, geçmişim ve soyağacım hakkında ne kadar az şey bildiğimi, artık bilme olanağımın da pek kalmadığını anımsattı çok kuvvetli bir şekilde. Bir defter bulabilme ihtimalim sıfıra yakın, benim bilmediklerimi bilen ve anlatabilecek pek kimsenin de kaldığını sanmıyorum hayatta. Sadece benim için geçerli değil, bu ülkede yaşayan çok önemli sayıda insan da artık asla aydınlatamayacağı bir geçmişten geliyor. Ancak o geçmişin aydınlanması da sanıldığı kadar ferahlık verici olmayabilir, hatta tam tersi olabilir: o geçmişle ne yapacağınızı bilemeyebilirsiniz.

 

"Ben neden buradayım Gardaşım?"

 

İlişkilerin dallanıp budaklanması romanın ikinci bölümünde Hamiyet’in müstakbel-yeni eşinin kızı Doktor Gurbet’in sahne almasıyla devam edecektir. Nuri bey İngiltere’de Benjamin bey sayesinde ülkesinin, uğruna çalıştığı devletinin bir yüzü ile yüzleşmek zorunda kalırken, Gurbet de büyük halası Bedik’in ömrü boyunca sakladığı ve ona emanet ettiği sırrı sayesinde benzer bir sorunun sahibi olacaktır.

 

Romanda üç kritik buluşma, yüzleşme gerçekleşir: Defterden öğrendiğimiz kadarıyla Nuri beyin İngiltere’de Benjamin ile buluşmaları, Cavidan ile Hamiyet’in yazlıkta çay bahçesinde gerçekleştirdikleri konuşma ve Cavidan ile Gurbet’in Sivrihisar’da karşılaşmaları.

 

Akif Kurtuluş şiirden romana geçmiş olmanın avantajı ile ekonomik kullanıyor dili. Mihman’da olduğu gibi dolgu malzemesi olarak kullanılmış tek bir cümle, gereksiz betimleme yok neredeyse. Buluşmaların kritikliğinin işaret ettiği gibi, bu bir diyalog romanı; sahici diyaloglar yazmanın güçlüğünü de kolaylıkla aşıyor Akif Kurtuluş. Birçok örneğin aksine ele aldığı meseleyi gözümüze sokma, metalaştırma, adeta bir ders kitabı kıvamında işleme ve çözme gayretinde değil. Bunu çok ince bir şekilde, tamamen sanatın sınırları içerisinde kalarak ve meselenin tam merkezine temas ederek gerçekleştirmeyi başarıyor. Son cümlemizi Benjamin bey söylesin: “Sen de benim tanıdığım ilk Türk değilsin. Bir kısmı vebalıymışım gibi kaçıp gitti yanımdan, kalan kısmı da aynı senin gibi ‘Ermenileri severim,’ dedi. Ne yapayım şimdi, senin şefkatine mi sığınayım? Ermenileri sevmenin Ermenilerden nefret etmekten ne farkı var? Türklerin çoğu Ermenileri seviyor da ben neden buradayım Gardaşım?”

 

 



 

* Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.