Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir rüyanın hizmetinde geçirilmiş bir yaşam



Toplam oy: 1624
Danielle Martinigol
On8 Kitap
Çok sayıda bilimkurgu romanı ve dizisi kaleme alan Danielle Martinigol'ün yaratıcılığına diyecek sözümüz yok...

Hayatta okuduğum ilk bilimkurgu, bundan yaklaşık altmış yıl önce Çağlayan Yayınevi’nden çıkan Feza Canavarları’ydı. Canavarların tarifleri ve birbirlerini yok edişleri, üç ay kadar et yemekten kesilmeme yol açmıştı. Oysa şimdi bakıyorum da, Alfred Elton Van Vogt’in bu kitabı, Uzay Yolu TV dizisinin habercisi olarak kabul ediliyormuş. Uzay gemisinin adı da, Darwin’in güney denizlerine yaptığı yolculuktaki gemisi “HMS Beagle”a, yani “Tazı”ya bir göndermeymiş. Zaten kısa hikayelerden oluşan kitabın adı da The Voyage of the Space Beagle (Uzay Tazısının Seyahati).

 

Olsun varsın. Bir FABİSAD üyesi olarak utanarak söylüyorum ki Feza Canavarları, belki de yanlış şeylere odaklandığım için, uzunca bir süre hevesimi kesmiştir. Neyse ki sonra Jules Verne geldi ve türlü meçhule, hatta uzay canavarlarının fezasına onunla birlikte daldım. Annem yazarı sevmesine rağmen, sinsice ders kitabı sayfaları arasında okunmasından hoşlanmadıği için hayli cezasını da çekmişimdir. Ama hiç değilse bilimkurgu ufkumu açtı. Sonraları bilimkurguya sağlıklı bir merak duysam da, Philip K. Dick’in kitapları hariç, fantazya sevgimin önüne geçmemiştir.

 

Ta ki, ON8’in iki bilimkurgu dizisini okuyana kadar; 100Dünya üçlemesi ve Yürüyen Kentler dörtlemesi. Her ikisinin de harikulade birer fikir üzerine inşa edildiğini düşünüyorum. Uzayda uçan makineler yerine “inci” denilen insan pilotlarıyla yakın bir iletişim kuran, gizemli “Abisler” ve paletleriyle yürüyüp dünyayı dolaşarak başka kentleri yiyip yutan “Yürüyen Kentler.” İkincisini bir başka yazıya bırakalım, çünkü henüz ikinci kitaptayım ve dizi dört ciltten oluşuyor. Ama ilkinin, 100Dünya’nın üç kitabını da okumuş biri olarak şunu söyleyeyim: TV dizisi The Mentalist’te biri Patrick Jane’e en büyük hayalini sorduğunda, “Ev havyanı olarak ejderha,” demişti (ki, destekliyorum). Abisler’in varlığından haberdar olana kadar... Varlar, çünkü bir kitabın sayfalarında yer alıyorlar. Hayal gücünün değerini de kitap sayfaları arasında yer alanlara inananlar bilir.

 

 

Akılda kalıcı karakterler ve akla gelmeyen âlemler

 

Büyü̈kbabasından kalan kitaplarıyla tanıştığı on bir yaşından bugüne tutkulu bir bilimkurgu hayranı olan, Fransız edebiyatının tanınmış yazarı Danielle Martinigol’ün ünlü üçlemesi 100Dünya’nın kitapları 100Dünya’nın Gizli Yüzü, Başkadeniz’e Dönüş ve Abisler’in Çağrısı adını taşıyor. Üçleme, insanın doğa üzerindeki hâkimiyetinin sınırları, merak duygusu ve haber alma hakkı-yaşam hakkı gibi konuları işlerken, bir yandan da bize akılda kalıcı karakterler ve akla gelmeyen âlemler tanıtıyor. Bu karakterlerin en unutulmaz olanları ise, asi küçük kızlar. Her biri, birer kitapta karşımıza çıkıyor. İlk kitapta sinir bozucu, hırslı haberci kız Sandiane’la ve Maguelonne ailesiyle tanışıyoruz: Yaşlı aile reisi Madery, oğlu Paul, Madery’nin ölen oğlu Melvin’in oğlu Mel. İkinci kitapta ise meraklı, söz dinlemez küçük kız rolünü –heyecanı ayakta tutabilmek için kimin nesi olduğunu söylemeyeceğimiz– Aëla üstleniyor. Türkçede eylül ayında çıkacak üçüncü kitapta da, Chaddy. Diğer unutulmayacak karakterler ise, elbette, Abisler’iyle “sevgi dolu” ilişki kurmuş Başkadenizli inciler.

 

Uzay-zamanı katlamayı başaran insan ırkı gelecekte Dünya’yı aşmış, koloniler halinde galaksinin dört bir yanına dağılmıştır. İnsanlar aynen bildiğimiz gibidir. Kendilerine birbirinden binlerce ışık yılı uzaklıktaki gezegenlerin oluşturduğu “100Dünya Konfederasyonu” adlı yeni bir düzen kurmuşlardır. Başkadeniz ise 100Dünya’nın bilinen tek deniz gezegeni olup, bu yeni düzende sırlarını korumaya çalışır. İlk gelenlerin coğrafi işaretleri ezberlemekte zorlandığı, on yedi milyon adasıyla portakal biçiminde mavi bir gezegendir Başkadeniz.

 

İlk kitabın hemen başında tanıştığımız, babası Sten Ravna gibi hırslı bir haberci olma yolunda ilerleyen Sandiane, Başkadeniz’in yabancısı, dünya kökenli bir Agoralı’dır. Derken, on bir bin yolcusundan biri olduğu uzay gemisinde nedeni bilinmeyen bir patlama gerçekleşir. Bunun üzerine, sır tutmayı seven Başkadenizliler’in efsanevi uzay gemileri Abisler’den biri gelir ve onları kurtarır: “Bir anda, on bin yolcunun gözüne siyah perde indi. Herkes asıldığı tutamağı bütün gücüyle sıkıyordu. Uzay gemisinin derinliklerinden hayvansı bir kükreme yükseldi. Sandiane manyetik akımın avuç içlerine battığını ve vücudundan aktığını hissetti. Uzay gemisinin akıl almaz donanımı, onları galaksinin bir ucundan diğerine ulaştırmak için uzayı ikiye katlarken, genç kız saniyeleri saymaya başladı.”

 

Sten Ravna ve kızı, bu olayın ardından haber yapmak için Başkadeniz’e gidince, Maguelonne ailesiyle tanışırlar. Bir taraf gizli saklı hiçbir şey bırakmamaya, diğeri de mümkün olduğu kadar çok şey saklamaya çalıştığı için, gergin bir karşılaşma olur. Sonunda Maguelonne’lar, onları Bati adını verdikleri denizaltılarıyla bir sualtı safarisine çıkarırlar. Ravna’lar herkesin bir gün kamera önünde söylenecek bir şeyi olduğuna inanır. Kimse Andy Warhol kanunundan kaçamaz. Herkes on beş dakikalık bir şöhret ister. Halkın her şeyi öğrenmeye hakkı vardır. Ne yazık ki Başkadeniz halkı, meraklıların iştahını açacak sırlarını, sır olarak tutmakta kararlıdır. Mesela, Batiler’in kaptanı nerededir? Ya Abisler’in pilotları? Niçin hiç kimse bu kaptan ve pilotları iş başında görmemiştir?

 

İkinci kitap, Başkadenizliler’in uzak tutmaya çalıştıkları, gitgide daha efsanevi bir hale gelen havagemileri Abisler’in incilerini seçmelerine yakın bir dönemde başlar. Bir başka hırslı haberci, Naşit Norris bu seçim sürecini tüm galaksiye duyurmaya kararlıdır. Bu esnada, tehlikeli gezegen Djauze’de yaşayan genç Corian’ın en büyük hayali, inci olmaktır. Corian, arkadaşı Cem’le Başkadeniz’e giderken, hiç beklenmedik, yabani bir Abis ortaya çıkar. Abisler’e hayran Corian ve arkadaşı Cem, Abis’lerle özel bir iletişim kurabilen Aëla’yle birlikte bu yabani Abis’in sırrını keşfetmek üzere harekete geçerler…

 

Çok sayıda bilimkurgu romanı ve dizisi kaleme alan Danielle Martinigol’ün yaratıcılığına diyecek sözümüz yok: Bu yeni dünyaların bilek minineti, nanosaç, nanomikro, kenotron objektif, nanoverici, çekim kırıcı, kazıcı nanomayın, uçarkam gibi neşeli (!) aletleri var. Ve incileri ve bu incilerin her şeyden çok değer verdiği Abisler’i: Jiu-kam, Atan-koï, Jang-al, Tsan-kur, Mané-jeï ve diğerleri.

 

Aslında, Corian Jon-Scalia’nın anılarının başlığını bu yazıya başlık olarak seçsem de, 100Dünya ve Başkadeniz’e dalmış biri sıfatıyla, tam da şu başlığı tercih ederdim: İnci olmak istiyorum!

 

 

 


 

 

 

* Görsel: Selçuk Ören

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.