Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir yazarın psiko-edebi portresi


İyi
Toplam oy: 593
Hülya Dündar Şahin
Metis Yayıncılık
Narsisist Entrikalar, bir yazarın eserleri ile yaşamı arasında oldukça sıkı bir bağ olduğunun, ikisini asla birbirinden ayıramayacağımızın önemli bir göstergesi.

Nahit Sırrı Örik’in ölümünün üzerinden 57 yıl geçmiş olmasına rağmen, kitaplarıyla son çeyrek yüzyılda tanışabildik. Çoğu kişi, hayattayken yayımlanan ilk romanı Kıskanmak’la tanıdı kendisini ve maalesef bunun ötesine de pek gidemedi. Çoğu yazarımız gibi değeri sonradan anlaşılabildi. Eski Zaman Kadınları Arasında 50’li, Abdülhamit Düşerken 70’li yılların ortasında yayımlanmıştı ama örneğin Turnede Bir Artist Öldürüldü romanını 1958 yılında tamamlamış olmasına rağmen kitap haline getirildiğini maalesef göremedi. Tersine Giden Yol 1995’te, Bilinmeyen Yaşamlarıyla Saraylılar 2002’de, Yıldız Olmak Kolay mı? 2006’da basıldı. Gece Olmadan! ve Kozmopolitler romanları ise ancak 2012 yılında...



Nahit Sırrı Örik’in karakterleri adeta kötünün, entrikanın, hasedin, kibrin, hırsın sembolü gibidirler. Çetrefili, tuzağı bol, şefkatsiz, güvensiz bir dünyanın içinde soluklanmaya çalışırlar. Bu dünya aynı zamanda siyah ve beyaz gibi keskin hatlarla ikiye bölünmüş bir dünyadır. Ara renklere pek yer yoktur. Onun romanlarında dünyanın can pazarı bir yer olduğunu iliklerimize kadar duyumsarız. Böylesi karakterler yaratan bir kişinin iç dünyasında neler olup bittiği ve karakterlerindeki bu kötücüllüğün ardında nasıl bir psikoloji bulunduğu elbette okuyucuları için önemli bir merak kaynağıdır.



Son yıllarda edebiyat ve psikanalizin yakın ilişkisine dair birçok kitaba rastlayabiliyoruz. Ancak bir yazarı ve onun tüm eserlerini psikanalitik bir bakışla yorumlayan bütünlüklü araştırmalarla nadiren karşılaşıyoruz. Var olan eserler ya yalnızca birkaç makaleden ibaret oluyor ya da yazarın birkaç eseriyle kısıtlı kalabiliyor. Hülya Dündar Şahin tarafından kaleme alınan Narsisist Entrikalar ise, o nadiren karşılaştığımız çalışmalardan... Değeri sonradan anlaşılmasına rağmen Nahit Sırrı Örik’in bu anlamda “şanslı” olduğunu düşünüyorum. 

 

 

Narsisizm kilit rolde


Narsisist Entrikalar, Nahit Sırrı Örik’in yapıtlarını “karakterler ve insan ilişkileri”, “aşk ilişkileri”, “ebeveyn-çocuk ilişkileri” ekseninde ele alıyor. Hülya Dündar’a göre Örik’in yarattığı roman karakterlerinde gözlemlenen başlıca kişilik özellikleri büyüklenmecilik, hayran olunma arzusu, kıskançlık ve haset, bencillik ve acımasızlık, para ve iktidar hırsı, çıkarcılık ve sömürücülük. Kitabın önemli bir kısmı ise narsisizme ve Örik’in romanlarının anlam dünyasına ayrılmış. Çünkü Örik’in roman karakterlerinin başlıca kişilik özellikleri, ilişkileri, bu karakterlerin psikanalitik literatüre göre narsisist kişilik örgütlenmesi gösterdiklerini düşündürüyor. Nahit Sırrı Örik’in psiko-edebi portresini şöyle çizmiş Hülya Dündar Şahin: “Nahit Sırrı’nın yapıtlarında temsil edilen duygu ve değerlerle ‘narsisist’ olarak adlandırılabilecek bir dünya betimlediği, bu dünyanın değerleriyle donatılmış karakterler yarattığı ve ayrıca narsisizmin yapıtlardaki entrikaların yapısını da belirlediği görülmektedir. Bu bakımdan narsisizmin, Nahit Sırrı Örik’in yapıtlarını anlamlandırmamızda kilit bir rol oynadığı söylenebilir. Narsisizmin romanlarda bu kadar öne çıkması, Örik’in de narsisist bir kişiliğe sahip olabileceğini, romanlarında yarattığı narsisist kişiliklerin onun kişiliğinin yansımaları olarak değerlendirilebileceğini düşündürür.”



Narsisist Entrikalar,
bir yazarın eserleri ile yaşamı arasında oldukça sıkı bir bağ olduğunun, ikisini asla birbirinden ayıramayacağımızın önemli bir göstergesi. Ayrıca psikanalitik edebiyat literatürüne bütünsel ve doyurucu bir katkı sunması bakımından da oldukça kıymetli bir kaynak.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.