Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bitmiş aşkın ızdırabı


Zayıf
Toplam oy: 2114
Tuna Kiremitçi
April Yayıncılık
Sonun Geldi Sevgilim, Tuna Kiremitçi’nin kitapları içerisinde bir kırılma noktası niteliğinde; özellikle anlatım biçimleri ve üslup bakımından yazarın önceki kitaplarından farklı bir yerde duruyor.

Birine aşık olduğunuzu nasıl anlarsınız? Kalbiniz mi çarpar önce? Yoksa yüz kaslarınıza mesnetsiz bir gülümseme mi yerleşir? Ya da uyku mu tutmaz geceleri? Peki birine artık aşık olmadığınızı nasıl anlarsınız? Göz göze gelmekten kaçınmaya başladığınızda mı? Yatağınızın diğer yanını boş bulduğunuzda mı? Yoksa bir zamanlar kalbinizi dokuz sekizlik attıran insan hayatınızı cehenneme çevirdiğinde mi?

 

Tuna Kiremitçi’nin April Yayıncılık’tan çıkan son romanı Sonun Geldi Sevgilim bitmiş bir aşkın bitmek bilmez ızdırabıyla açılıyor. Baş karakterimiz Devrim bir sabah uyanıyor ve kendini işlemediği bir suçun faili olarak buluveriyor. İçine düştüğü bu reklam kampanyasında zorunlu bir başrol üstlenen Devrim için artık hayat hiç de kolay değil. Zira her döndüğü köşe başında bir başka kendisiyle karşılaşıyor.

 

Sonun Geldi Sevgilim Tuna Kiremitçi’nin kitapları içerisinde bir kırılma noktası niteliğinde; özellikle anlatım biçimleri ve üslup bakımından yazarın önceki kitaplarından farklı bir yerde duruyor. Baş karakterin dilinden anlatılan bu hikayede yazar önceki kitaplarında rastlamadığımız inceden alaycı bir üslup da edinmiş durumda. Bunu Murat Menteş ve Tuna Kiremitçi dostluğunun Sonun Geldi Sevgilim üzerindeki yansıması olarak yorumlayabiliriz belki de... Ama şunun altını mutlak surette çizmek gerek ki bu kitap Tuna Kiremitçi’nin edebiyatında bir makas işlevi görüyor ve yazarın edebi yolcuğunu başka bir yöne taşıyor. Sonun Geldi Sevgilim ile birlikte artık karşımızda eskisinden daha muzip, daha eğlenceli ve kesinlikle daha farklı bir Tuna Kiremitçi var.

 

Didikleyen bakışlar altında

 

Yazar kişisel Twitter hesabından “Başkalarının hayatını o kadar merak ediyorsanız roman okuyun,” derken aslında kendi anlatısına da çapkın bir göz kırpıyor. Toplumumuzda günden güne artan gözetleme ve reality show kültürü romanın ana direğini oluşturuyor. Medyatik eşi Roza’dan boşanan Devrim halihazırda İstanbul’un (muhtemelen yakın gelecekte epey kıymetlenecek) uzak bir ucuna kaçmış olmasına rağmen kendisini bekleyen felaketten kaçamıyor. Roza’nın gündüz kuşağı programlarından gecenin bir yarısı yayınlanan magazin programlarına kadar verdiği gözyaşlarıyla bezenmiş her demeç Devrim’in hayatını biraz daha karartıyor. Didikleyen bakışlar altında yaşamaya başlayan Devrim tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de kendini taptaze bir aşka kapılmış buluyor. Bir yanda burnuna dayanan mikrofonlar, öbür yanda karanlık görünüşlü tekinsiz adamlarla çevrelenen Devrim için artık tek bir çıkış yolu var. Buna bir son vermek gerek sevgilim!

 

Kitap, tanıtımında da vadedildiği üzere, su gibi akıp gidiyor ellerinizde. Öyle ki bu sıcak yaz aylarında güneye doğru inen bir otobüsün koltuğunda başlamanız ve bitirmeniz mümkün. Kitapta olumsuz olarak dikkat çeken ise öncelikle Devrim’in durumunun okuyucuya kimi zaman fazla abartılı gelmesi. Kitabın belli bir noktasına kadar bir hava durumu sunucusunun özel hayatındaki çalkantıların nasıl bu kadar haber değeri taşıdığını anlayamıyor ve bu duruma ikna olmakta güçlük çekiyorsunuz. Dikkati cezbeden bir diğer durum ise akış içerisinde şöyle bir görünüp kaybolan ve genel gidişatta belirgin bir etkisi olmayan bazı karakterler. Şöyle bir dokunulup geçilen ve sanki yazarın ihtiyacı sebebiyle oraya konulmuş hissi yaratan bu karakterler okuru asıl olay örgüsünden koparmaya çok müsait. Son olarak yazarın romanın girişinde ve bir kere de sonlarında yer verdiği defter öyküsü ağzımıza bir parmak bal çalıyor ve ne yazık ki öylece bırakıyor. Tuna Kiremitçi burada bir babanın ağzından konuşurken kendi çocuğuna mı, kendi çocukluğuna mı seslenmekte olduğunu düşündürüyor biz okurlarına. Fakat ne yazık ki bu noktada yazar bizi beklentilerimizle baş başa bırakıyor.

 

Sözün özü şu sıcak yaz aylarında su gibi akan, köpük gibi hafif bir his bırakan, eğlenceli bir roman okumak isterseniz Sonun Geldi Sevgilim tam size göre! Şimdiden iyi okumalar.

 

 


 

 

* Görsel: Robert Sticky Shaw

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.