Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Büyümeden yaşlananların hikayesi



Toplam oy: 1115
Alina Bronsky
İthaki Yayınları
Yazar, Sasha’yı öyle bir konuşturuyor ki, hayatının dönüm noktasını oluşturan olayların hiçbirini en ince ayrıntısına kadar bilmiyorsunuz.

Sıradan bir mahallede yaşayan, sıradan bir hayatı ve sıradan bir ailesi olan bir ergen için bile 17 yaş sıra dışıdır. Mütemadiyen bir sıkılma hali; artık 15 değilsindir, 20’ye de asırlar vardır. Hayat hep zordur, herkes senden nefret eder ki onlar etmese bile sen herkesten ediyorsundur. Tabi bu sıradan mahallelerin sıradan ailelerinin sorunu. Cam Kırıkları Parkı’nın Sasha’sının değil…

 

 

 

Onun hayali, yaşıtları gibi, güzel ayakkabılara sahip olmak ya da ilerde zengin bir adamla evlenip yaşadığı varoştan kurtulmak değil. Sasha’nın yalnızca iki isteği var: Biri üvey babası Vadim’i öldürmek, diğeriyse “zavallı” annesinin kitabını yazmak. Çünkü Sasha’nın annesini öldüren ve iki kardeşini annesiz bırakan Vadim yaşamamalı. Böyle bir canavara yıllarca dayandığı, nahifliğinden taviz vermediği ve bir kahramandan çok hunharca öldürülmüş bir zavallı olduğu içinse, Sasha’nın gözünde annesinin hikâyesi anlatılmaya değer.

 

 

 

 

 

      (Görsel çalışma: Brooke Webster)

 

 

 

 

 

Vadim’i öldürmenin binbir yolu

 

 

 

Annesi ölünce Sasha, iki kardeşiyle birlikte Vadim’in uzak kuzeni Maria’nın evinde, bir kenar mahallede yaşamaya başlar. Rus asıllı bir Alman olmak ve Almancayı iyi konuşmak bile akranlarının dikkatini üzerine çekmeye yeterken, buna bir de başına gelenler eklenince Sasha kiminin korktuğu, kimininse acıdığı çocuk olarak ve bu durumdan nefret ederek büyür. Üstelik bir yandan da Vadim’i öldürmenin en kolay ve acılı yollarını hayal etmekle meşguldür. Kardeşlerini işin içine katmadan. Diğer taraftan yaşadıklarını ajite etmek yerine çoğu yetişkinin yapamayacağı bir olgunlukla bakar olaylara. Bir yetişkin gibi yaşar. Ona aşık olan yaşıtı Felix yerine babasına aşık olur ve bunu saklama ihtiyacı bile duymaz. Mahalle delikanlılarına kafa tutar, evde kardeşlerine ancak bir annenin sahip olabileceği bir içgüdüyle yaklaşır. Başına bir şey gelebileceğinden korkmaktan çok “korku”nun kendisinden korkar bir hali vardır. Daha 17’sindeyken 40 yaşında bir kadın gibi kendi seçimleriyle hayatı yönetmeye çalışır Sasha, en azından elinde kalanlarla.

 

 

 

 

Alina Bronsky, kitap boyunca Sasha’yı öyle bir konuşturuyor ki, bahsi geçen genç kızın hayatının dönüm noktasını oluşturan olayların hiçbirini en ince ayrıntısına kadar bilmiyorsunuz. Zira Sasha hatırlamak istemediklerini ayrıntı vermeden es geçiyor. Böylece hayalgücünüzün müsaade ettiği kadar kötü düşünmenizi sağlıyor. Zaman zaman farklı bir yerde büyüse her şeyin daha başka olacağına inanıyor Sasha; “Rahat, korkusuz ve umursamaz olurdum. Şimdi de öyleyim zaten. Ama o zaman umudum da olurdu.” diyor… Ama yine de, en azından, kardeşlerinin umudu oluyor. Kardeşlerinin ablası, kendi kendinin ablası, hatta yaşadığı zamanlarda üvey babasının ona yaptıklarını gizleyerek annesinin de annesi oluyor Sasha. Büyümüş de küçülmüş değil. Büyümeye hiç zaman bulamadan yaşlananların hikâyesine bir örnek onunki… Cam Kırıkları Parkı’nı bitirdiğinizde anlattıkları kadar uzak, anlatış şekli kadar yakın bir roman tadı kalıyor zihninizde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Manşette kullanılan görsel Stefanie Beyeler'a aittir.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.