Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çok korktum Stephen Bey



Toplam oy: 1005
Stephen King
Altın Kitaplar
Stephen King, yazdığı roman bitmeden romanın film haklarını satmayı düşünebilen güzel insanlardan. Ancak benim gibilerin bu güzelliklerle geçireceği vakti yok ne yazık ki.

Ölümcül bir duyguyu akla uygun hale getirip vahşete estetik, tereddüde saldırgan canlılar yakıştırmak ve zaaflara profesyonellik katmak uzun zamandır kapitalizmin tekelinde. Seri katillerin seri üretimini düşünelim mesela. Kelimeler bile belirleyici: Doğan insana 'bebek', ölen insana 'ceset' diyoruz; anlamı ayırırsak hangi sözcük daha sevimli? Doğan insana 'ceset', ölen insana 'bebek' diyebilen bir nesil yetişebilir mi; o kadar barışık olabilir miyiz acaba varoluşla?

 

 

Stephen King, yazdığı roman bitmeden romanın film haklarını satmayı düşünebilen güzel insanlardan.

 

Endişelerimizi başkalarının yönetimine teslim etmemiz korkularımızın, gerilimlerin, her şeyden önce ilkel benliğimizin toplumsal hayatla çatışmasını arttırmıyor mu sanki; sistemin izin verdiği kadar muhalif olmak ve sistemi yine sistemin içinden sisteme uyumlu biçimde eleştirmek, eleştiriyi sistemin koyduğu kurallara riayet ederek yapmak  ne kadar inandırıcı acaba? Talihsiz nesillerle tarihsiz nesilleri birbirine karıştırmamak lazım; nedensiz nesillerle bedelsiz nesilleri karşılaştırmamak lazım; dayatılan politikaları içselleştirirsek savunduğumuz politikaların kayboluşuna göz yumacağımızı görmemiz lazım; kurumsallaşmanın kavurucu sıcağında her alın teri buharlaşır gider. Benzin istasyonları, garajlar, marketler, AVM’ler, ‘halka açık’ plajlar gibi insanı insana köle eden tuhaflıklarla uzadıkça uzayan liste bize korkuyu öğretir; birileri bu korkuyu körükler, birileri bu korkudan beslenir, birileri bu korkudan rant sağlar, birileri bu korkunun ekmeğini yer. Birinin korkması diğerinin korkularını ortadan kaldırıyorsa, ‘biz bu kasabada yabancıları sevmeyiz’ sözü ‘biz bu kasabada yabancıları çok severiz, maksat turizm’e dönüştürülüyorsa şüphesiz kapitalizm zil takar oynar, bize de çalgı çengi grubunda üç kuruşa taksim geçmek düşer. ‘İşin kuralı bu’ ile ‘İşin kurumu bu’yu aynı cümlede kullanmak sözcük oyunu sayılmamalı.

 

İnsan neden korkar; yanıtı basit aslında: Düzenini bozan, karşılaşmadığı-karşılaşmak istemediği, uzak durmaya çalıştığı, ötekileştirdiği, hatta dışladığı, bastırdığı şeyleri ortaya çıkarabilecek, hatalarını deşifre edecek, çıkarları doğrultusunda konumunu korumak için savunduğu abuk subukları alaşağı etmeye yeltenen ne varsa, toptan hepsinden korkar insan. Kendisiyle yüzleşmekten korkar insan. Doğayı bozduğu için doğadan gelen, yalnızlık içinde bocaladığı için evrenden gelen, zayıflığını kapatmaya çalıştığı için ruhundan gelen, canlıya yaptığı zulmü örtbas etmek, kaba bir özrün arkasına sığınmak için yarattığı dinden gelen, şizofreniyi akılcılaştırmak için ödüllendirdiği kutsallıktan gelen, hükmünü geçiremediği için öfkeyle mecburen saygı duyduğu başkaları’ndan gelen her şeyden usulünce korkar insan. Bu korkularını da mantıklı bulur utanmadan. Utanmak bile var olmaya aykırıdır oysa. İnsandan öte utanan varlık yoktur.

 

Örneğin Stephen King diye bir adam var; yıllarca bu irili ufaklı oyunlardan kendine, beslenebileceği bir sofra kurmuş. Amerika’nın korkularından, Amerika’nın tarihsel travmalarından hareket ederek yapay bir ‘korku tüneli’ inşaatını rüya gibi (!) bir lunaparkın orta yerine oturtmuş. Olup bitenin parçası olmazsanız olup bitenin sorumlusu olursunuz çünkü. Hatırlayınız, sıradan bir banka soygunu filminde bile çete içinde bir zayıf halka ifşa edilir; zayıflığı duygusallığından kaynaklanır, insanlığını kaybetmemiştir güya. Biz de yeriz bunu. Suçlarını bağışlarız hemen. Bankayı soydu ama, mecburdu deriz. Neden? Hepimiz banka soyup zengin olmak ve buna bir kılıf uydurmak isteriz de ondan.

 


Stephen King, Amerika’nın korkularından, Amerika’nın tarihsel travmalarından hareket ederek yapay bir ‘korku tüneli’ inşaatını rüya gibi (!) bir lunaparkın orta yerine oturtmuş.

 

Stephen King’in ofis yazarlığı dedikodusu yıllardır süregelir; bir yazar kadrosu olduğu, onlara bir konu tahsis edip parça parça yazdırdığı, finalde de oturup bu kadronun yazdıklarından kolaj yaptığı vs.

 

Bir yazarı aşağılık hale getiren şudur: “Şimdi ne yazarsam satar / Hangi meselelere değinmeyi atladım, o konuda da sözüm olsun”. Bunları planlayıp yazan yazar, edebiyatçı değildir. Kapitalizmin veresiye defterini tutan köpektir.

 

Stephen King, yazdığı roman bitmeden romanın film haklarını satmayı düşünebilen güzel insanlardan. Ancak benim gibilerin bu güzelliklerle geçireceği vakti yok ne yazık ki. Yapay çiçek güzelliği. Fabrikasyon telaşlar. Konservatif vicdanlar. Timsah gözyaşları ve gizlenen nefretler. Sizden olmayanı ortadan kaldırma merakı. Ne demeye getirdiğimi merak edenlere son romanı 22/11/63’ü karıştırmalarını öneririm. ‘Günah doğaldır, doğada sevap yoktur asıl’ vecizemi geçersiz kılacak tek cümle bulun, hemen Amerikan vatandaşı olmak için başvuruda bulunacağım.

Yorumlar

Yorum Gönder


Küçük İskender gibi bir adam(!) kalkıp Stephen King gibi bir yazarı eleştirebiliyor ya vallahi bravo

56%
44%

Kapitalizmin kölesi yazarlar ülkemizde çok var bunlardan ve ne yazık ki, kitapları binlerce satıyor. "Bestseller kitaplar iyi kitaplardır" bu mantık olduğu sürece berbat kitaplar. Çıkmaya devam edecek...

56%
44%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.