Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Darwinya: "Cennet bile yılansız değil"



Toplam oy: 1138
Robert Charles Wilson
İthaki Yayınları
Darwinya, karakter zenginliği ile de dikkat çeken tekinsiz bir evren. Tanıdığımız ve alıştığımız dünyayı, bildik doğa unsurlarıyla yadırgatıcı mekanlara dönüştürmekte ustalıklı bir biçem söz konusu.

Bilimkurgu ya da fantazya türlerinin uzun zamandır güncelliğini yitirmeyen "kaçış edebiyatı"nı temsil edip etmediğiyle ilgili tartışmaları yeniden üretmeden, hayal gücünün olanaklarını nasıl çoğalttığının altını çizebilmek, şimdilerde Darwinya'yı, bir zamanlar Isengard'ı ya da Simeranya'yı yaşadığımızın en önemli kanıtı gibi. Gerçeğin üzerinde yaptığı restorasyonun bayrağını dalgalandıran metinlerle yaşadığımızı fark etmenin hazzı…

 

John W.Campbell Anma Ödülünün, Philip K.Dick Ödülünün, 1999 Prix Aurora Ödülünün ve İngiliz Bilimkurgu Derneği tarafından verilen 1999 BSFA'nın sahibi Robert Charles Wilson'ın Darwinya adlı romanı, kolay okuma pratiği önermeden, metni bir zar gibi kuşatan dini argümanın ve bilimsel teorilerin çevresinde derin kazılar yapmamızı salık veriyor.

 

Kutsal Kitap formunu anımsatan bölümler ve kitaplar halinde kaleme alınan metin, 1912 yılında gerçekleşen bir mucizeyi merkeze koyarak, farklı hikayelerin yollarını kesiştirir ya da eş zamanlı anlatıcılığını üstlenir. Avrupa kıtası ansızın kaybolur. Darwinya adı verilen yeni, çekici ve vahşi bir kıta ortaya çıkar. Amerika'dan bu gizemli kıtayı keşfetmek üzere ailesiyle beraber yola çıkan fotoğraf sanatçısı Guilford Law, öğrenileceklerin bir kıtadan fazlası olduğu gerçeğiyle yüzleşir. Metin, Guilford Law ve ailesinin yaşadığı olayların ekseninde genişleyerek, her şeyin vahşi bir kıtanın referans verdiği kadim varoluş kaygısının okuma pratikleri olduğunu imler.

 

"Var olmak algılanmaktır"

 

 

Darwinya, karakter zenginliği ile de dikkat çeken tekinsiz bir evren. Tanıdığımız ve alıştığımız dünyayı, bildik doğa unsurlarıyla yadırgatıcı mekanlara dönüştürmekte ustalıklı bir biçem söz konusu. Zira metnin kahramanı olmaktan hiç hazzetmeyen Guilford, kaçınılmaz yazgısına gönül indiren mutsuzluğuyla neredeyse bir anti kahraman. Edebiyatta ve sinemada alışageldiğimiz yüce bir mefkureye adanmış kahramanların kader, seçilmiş kişi, kendi olmaktan vazgeçme gibi önemli tercihlerin arifesindeki ruh hallerini temize çekiyor kendinde. Robert Charles Wilson, Darwinya'yı bu seçilmiş kişinin anlam dünyası içinde eğip bükmez. Onun kuşkularının yarattığı kaos okuyucuya soluğu kadar yakındır. Ancak ne Guilford'ın yaşadığı gerilim ve kuşkular, ne dünyayı tehdit etmek için yaklaşan gizil güçler ne de önlenemez olan kader kastettikleri şeylerle sınırlıdır. Hikayenin harcını karıştıran tüm unsurlar kendilerini aşan şeylerin göstergesi gibidir. Avrupa'nın yok oluşu, tekinsiz güzellikte yeni kıtanın ortaya çıkışı, dünyayı terörize eden canavarlar, Guilford Law'un dünyanın geleceğini şekillendirecek olan savaşta yaratacağı fark ve tüm diğer şeyler Kitab-ı Mukaddes'te bahsi geçen kıyamet savaşına, yani Armageddon'a referans verir gibidir. Üstelik büyük savaş öncesinde gerçekleşecek yıkım ve felaket kehanetleri vardır. Aniden ortaya çıkıveren Darwinya, doğal kaynakların sınırlılığı, harap kentler ve evrimini tamamlamamış canlı türleri bu yıkımın tezahürleri gibidir. Dünya, cennetin küçük ölçekli bir imkânlılığı olabilecekse eğer, bunu gerçek kılacak olan seçilmiş kişidir. Guilford Law. Bu durum, bütün dualistik okumaları yeniden gözümüzde canlandıran evrenleri ve kendi kaderini çizen mücadelelerini hatırlatır okuyucuya. Zion'un geleceğini sırtlanan Neo'yu, Orta Dünya'nın kaderini taşıyan Frodo'yu…

 

Özgür olmanın korkutucu bir yanı olmalı. Yapılan seçimlerin sorumluluğunu taşıdıkça barlanan kanıksanmışlıkların cesarete, gayrete dönüşmesinin yani. Robert Charles Wilson, her şey olup bittiğinde Guilford ya da diğerlerindeki dönüşümün neler olduğuna dair bir şey söylemez okuyucuya. Yaşlanmakta olan bir adamın sıradan hayatıdır bize kalan. Kaderin ya da her şeyin yaratıcı için öngörülebilir olup olmadığına dair öneriler de ileri sürmez. Düzenin sürekliliği için hep lazım gelen anlamın var olduğunu vurgular. Ancak bu anlamı yaratma eylemini okuyucuya bırakır. Darwinya henüz evcilleşmemiş haliyle, insanın en karanlık arzu ve iştahlarının dışlaştırılmış hali gibidir öte yandan.

 

Bilimkurgu ve fantastik edebiyatın neleri söylemeye kadir olduğunu, gücünün bir metne katacağı anlam çeşitliliğini tekrar tekrar sınamamız için şükür ki zihnimizi kamaştıran kurgular var. Darwinya bunlardan yalnızca bir tanesi. Metaforik dili, karakter çeşitliliği, mekan ve atmosfer tasarımındaki ayrıntı zenginliği yanıtları aramak yerine soruları bulacağımız ilginç bir metin çıkarıyor ortaya. Ancak dünyayı bekleyen kaderi, Robert Charles Wilson'ın verdiği dini referanslarla yorumlayabilmek kolay bir okuma değil elbette. Meraklı ve araştırmacı okurların, başka okumalar da yapma azmini kamçılayacak karanlık lezzeti Darwinya'yı daha gizemli hâle getiriyor. İthaki Yayınlarından çıkan kitap, Sönmez Güven'in çevirisiyle kendi cennetimizi ya da cehennemimizi hayal edebileceğimiz etkileyici bir metin.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.