Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Deniz Adam Arıyor



Toplam oy: 782
Cemil Kavukçu
Can Yayınları
Maviye Boyanmış Sular, öykü okurlarını gemicilerin dünyasına ve onların tecrübelerine açarak zihnimizdeki deniz imgesinin sınırlarını genişletiyor.

İnsan zihnini bir imgeler kataloğu olarak düşünürsek, bu kataloğun en uzun maddelerinden birini denize vermek gerekirdi. İmgelerin cilveli yanlarından biri de, bağlamlara bağlı oluşlarıdır. Kıyıdan, mehtaplı bir gecede denizi seyreden biri için estetik bir haz nesnesi; sonsuzluğa, yüceliğe işaret eden deniz; fırtınalı bir gecede bir kaptan ya da mürettebat için bilinemeyen, kontrol edilemeyen büyük bir düşman oluverir. Edebiyatın azığı da imgeler, semboller ve metaforlar olduğundan, deniz gibi engin bir mecaz yumağına kayıtsız kalınamayacağı dünya edebiyatının uzun tarihinden bellidir. Bereket, çağdaş edebiyatımızda da Halikarnas Balıkçısı’ndan Azra Erhat’a, Sait Faik’ten Rıfat Ilgaz’a uzanan bir deniz edebiyatı hattı çizebiliyoruz. Bu hattın günümüz temsilcilerinden Cemil Kavukçu da, deniz feneri olarak gemicilerin denizdeki hayatlarına ışık tutuyor.

Ateş denizinde mumdan kayıklar


Maviye Boyanmış Sular
, Cemil Kavukçu’nun öykü kitaplarında müstakil birer ada olarak arz-ı endam eden deniz ve gemici temalı öykülerinin bir araya gelerek bütünlük oluşturdukları bir derleme kitabı. Kitaptaki on üç öykünün ruhunu şu cümleden okuyabiliriz: “Deniz, ona dayanabilenlerin işidir.” Nitekim bu öyküler, sahilden denizi seyredip hülyalara dalan biz iflah olmaz romantiklerin değil, gemicilerin, kaptanların, zabitlerin velhasıl “denizdekiler”in bakış açısından bir deniz kurgusuna taşıyor bizi. Denizdekilerin denizi ise zamanın yavaşladığı,  değişmeyen manzaranın ve durağanlığın insanın tabiatındaki hareketle bir tezat arz ettiği, insanın kendisiyle baş başa kalması neticesinde olmadık düşüncelere dalmasına ve eğer biraz hassas bir mizaca sahipseniz delirmenize sebep olacak bir mekan. Sonsuzluğun ortasındaki bir noktada, karaya ayak basmadan günlerini, aylarını geçiren insanların da bu durumla başa çıkmaya çalışmaları, gemicilerin kendi aralarındaki ilişkilerin dinamikleri ise insan psikolojisine dair zengin bir okuma vaat ediyor. O nedenle, deniz hakikaten denize dayanabilenlerin işi.


Kavukçu’nun öyküleri, bir tema oluşturmak niyetiyle değil de müstakil olarak yazılmalarına rağmen, derlemede öykülerin sıralanış biçimi birbirleriyle dirsek temaslı, bağlantılı bir anlatı oluşturuyor. Öykülerdeki karakterlerin sürekliliği bunun bir göstergesi. Bir öyküde ima ile geçilen bir meselenin diğer bir öykünün çatısını oluşturması yine bu bağlantıya bir işaret. Bu haliyle Maviye Boyanmış Sular pekala bir gemi anlatısı olarak okunabilir. Diğer yandan, genel olarak gerçekçi bir çizgide ilerleyen öyküler, son iki öyküde kırılarak büyülü gerçekçi bir veçheye bürünüyor. “Yolcu” adlı öyküde, gemide yakalanan insan-fare-balık karışımı yaratığın öldürülmesi, “Zaman Aynası” adlı son öyküde bu yaratığın öldürülmesinin sebep olduğu lanetle bir gemide sonsuza dek yaşamak zorunda kalan gemicilerin hikayesine bağlanıyor. Bu son iki öykü, derleme boyunca tırmanan gerilimin zirve noktasını oluşturmasının yanı sıra, kitaba bir bütünlük ve döngüsellik de kazandırarak az önce söylediğimiz müstakil hikayelerden ziyade bir gemi anlatısı olma özelliğine de işaret ediyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Melih Kavukçu (Kitaptan)


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.