Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Devrimin arka sokakları



Toplam oy: 614
Canek Sanchez Guevara // Çev. Seda Ersavcı
Encore
Che gibi erken yaşta ölen torunu Canek Sánchez Guevara, yazdığı tek roman olan 33 Devrim’de, 21. yüzyılın insanının profilini çıkararak dedesinin öncülük ettiği devrime dolaylı bir katkı sunuyor.

Yakın zamanda Che Guevara, ülkemizde trajikomik bir tartışmayla gündeme gelmişti. O ve arkadaşlarının sırtlandığı devrimi “terör eylemi” olarak yansıtmaya çalışan küresel akımın kötü kopyaları, Che’yi itibarsızlaştırmaya uğraşmıştı, ama nafile. Che ve arkadaşlarının nerede durduğunu, ne yaptığını gayet iyi bilen ve aktaran büyük bir kitle var çünkü.
Che gibi erken yaşta ölen torunu Canek Sánchez Guevara, yazdığı tek roman olan 33 Devrim’de, 21. yüzyılın insanının profilini çıkararak dedesinin öncülük ettiği devrime dolaylı bir katkı sunuyor.

Canek Sánchez, aslında kendi döneminin insan kavrayışını yansıtmış 33 Devrim’de. Mekanik, keyifsiz ve içi boşaltılmış bir hayata hapsolan bireyin portresini çizmiş. Yazarın tasvir ettiği ülke, hemen her gün aynı şeylerin tekrarlandığı, seslerin mırıltıya dönüştüğü bir yer. Zaman dışılık ve kofluk söz konusu. Bozuk plak metaforunu da bu nedenle sık sık dillendiren romanın anakarakteri, “Değişimin yarattığı bunca velveleye rağmen neden hiçbir şey değişmiyor?” diye soruyor.

Anlatıcının çalışmaktan sıkıldığı ve kimsenin kimseyi umursamadığı bir ortamda, “devrimci” lidere “çok yaşa” diyen komiteden ve insanlardan sıtkının sıyrıldığı da ortada. Ezici çoğunluğun “dünün aynısına” tamah etmesi de cabası. Tekdüzeliğin simgeselliği ve radyolarda, televizyonlarda, haberlerde ve hayatın her anında kendisini göstermesi ise olup bitenin üstüne tüy dikiyor. Bunları düşünüp yaşayan kişi, karanlıkta koştuğu için kendine kimlik sorulan, mühendislik okuyan ama felsefe, edebiyat ya da tarih bölümüne geçmeyi düşünen bir siyahi. Adamımız, tam bir kitap kurdu. Bakanlıktaki işi nedeniyle bazı kitapları okuması sakıncalı ama gazetelerin arasına saklama biçimindeki kamuflaj çözümünü bulmuş. Kitaplar, onun boğucu bulduğu, insanı sessizleştirip körelten ortamı tanımasını sağlarken oradan sıyrılmasını da kolaylaştırıyor.

 

 

Canek Sánchez’in mevcut yapıyı tasvir eden cümlelerinin altı ise özellikle çizilmeli: “Şantaj beraberlik doğuruyor, çöküş ilerleme kılığına bürünüyor ama yine de plak dönmeye devam ediyor. Kati olan tek şey kafa karışıklığı.”

 

Politikanın bozuk plağı


Televizyonda dönen pembe diziler, seyahat reklamları ve paradan para kazananların fink attığı mekanlar, Canek Sánchez’in novellasında kendine yer buluyor. Buralara ulaşan haberler dedikoduya evriliyor, ardından birer şehir efsanesine dönüşüyor. Yani sentetik bir gerçeklik söz konusu.

Yazarın bozuk plak metaforuyla kast ettiği şey biraz da tarih: “Akışa direniyoruz. Tarih bizi sürüklüyor. Yıllarca ehlileştirildikten sonra şimdi isyan ediyor ve onu değiştirmekten aciz bir şekilde faturayı bize çıkarıyorlar.”

Canek Sánchez’in yarattığı karakter, eli deklanşörde tarihi fotoğraflamak üzere sokaklarda gezinirken tanık olduğu değişim ve dönüşüm bir anlamda romanlaşıyor. Diğer bir deyişle satranç tahtasında hamleler yapılırken sokaktaki insan, bunları anlamlandırmaya uğraşıyor. Yazarın karakteri de politikanın eliyle çalınan bozuk plağı dinlemek durumunda kalıyor.
Canek Sánchez, Küba Devrimi’ne başka bir açıdan yaklaşıyor; sokaktaki bazı insanların hayal kırıklıklarını ve üstüne gelen yaşamı anlatarak gidilen yola, dedesinin değil de sonraki –kendisinin de içinde yer aldığı– kuşağın gözünden bakmayı tercih ediyor. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.