Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Dilbaz ve oyunbaz bir muallim


Gayet iyi
Toplam oy: 733
Muallim Naci
Everest Yayınları
Mehmed Muzaffer Mecmuası, Muallim Naci'nin okurla eğlenen oyunculuğu kadar onu eğitmeye azmetmiş muallimliğini de gösterecek çok katmanlı bir metin.

İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Muallim Naci için, "gerçi hakkında kimi şöyle, kimi böyle dedi/ fazl ü irfanı müsellem, yüce bir şair idi" der; öyledir de. Tanzimat döneminin edebiyat ve estetik anlayışında önemli bir kale olmuş, yeniyetme şairlere vezin ve mazmun öğreterek muallimlik lakabını da hak etmiştir. Yalnız şimdi sözümüzün durağı şiir değil nesir. Everest Keşif serisi, Muallim Naci'nin az bilinen ve edebiyat tarihçilerinin de nereye konumlandıracağını pek bilemediği eseri Mehmed Muzaffer Mecmuası'nı Seval Şahin'in incelikli emeği ve yetkin önsözüyle yeniden neşretti.

 

Mehmed Muzaffer Mecmuası çok enteresan ve meraklı bir metin. 1887 yılında tefrika edilmeye başlanıp aralıklarla sürdükten sonra 1980'da ilave edilen kısımlarla birlikte kitap olarak yayımlanıyor. Muallim Naci kitaba yazdığı önsözde, bu eseri Sahaflar Çarşısı'nda mezattan aldığı bir divana ek olarak verilen kitaplar arasında bulduğunu, müellifinin bilinmediğini ancak kitabın sahibinin Mehmet Selim olduğunu söyleyerek işe başlıyor. Bir üst kurmacayla başladığımız ve kurguya verilen gerçeklik hissi metin boyunca okuru ikircikte bırakmaya devam ediyor. Nitekim ardından aslına oldukça sadık bir Şeyh Galib biyografisi okuyoruz. Ardından kurgu dallanıp budaklanarak anlatıcımız Şeyh Galib'in babasının arkadaşının oğlu Azade Galib'in hikayesine, oradan da Azade Galib'in arkadaşları Ayas Bey ile Sâbir Efendi'ye uzanıyor. Daha da ilginç olanı, sözün arada anlatıcının dönemindeki estetik tartışmalarına gelmesi, dönemin bilinen Fransız yazar ve eleştirmenlerinden bolca bahsedilmesidir. Dört düzlemde ilerleyen bu metnin kısa özeti kafa karıştırıcı gelebilir, nitekim belli ki Muallim Naci de altından kalkamayıp metni yarım bırakmıştır.

 

 

 

Türk romancılığının prototipi

 

İlginçtir, Tanpınar bu eser için Muallim Naci'yi en iyi anlatan vesikadır, der. Naci'yi biraz yakından tanıdığımızda, Tanpınar'ın ne kadar isabetli olduğu da görülür. Naci mahlaslar kullanmayı seven, hatta bunları farklı birer persona olarak kurgulayan bir ediptir. Tercüman-ı Hakikat günlerinde Mes'ud-i Harabatî müstearıyla yazdığı şiirleri bir diğer müstear isim Ahmed Mes'ud'a övdürdüp, bir de kendi ismiyle bu cilveleşmeyi alkışlar. Kafa karıştırmayı ve okurla oynamayı seven muallimimiz, bu eserin sahibi olarak da abisi Mehmet Selim'i gösterecektir. Ayrıca, metnin akışını kesip verdiği dipnotlarla muallimlik etmeye devam etmesiyle hem oyunculuğunu hem de eğitici duruşunu katmerleyerek Tanpınar'ı haklı çıkarır.
Diğer yandan, Naci ile Recaizede Mahmut Ekrem karşıtlığında şekillenen yeni ve eski edebiyat tartışmasında Naci, geleneğin savunucusu olarak esere hem mecmua adını vermekle hem de kitabın içinde andığı estetik tartışmalarla söz düellosunu sürdürür. Nitekim, 17. yüzyılda başlayan mecmualar, kırkambar misali içinde her türden metnin olduğu eserlerdir ki Mehmed Muzaffer Mecmuası tam da böylesi bir eserdir.

 

İşin en hayret edilecek yanı ise, gelenek yanlısı bir edibin çok yenilikçi bir metin ele alması, ardından gelecek Türk romancılığının prototipi olmasıdır. Nitekim, Ayas Bey ile Sâbir Çelebi karakterleri ile dönemin edebiyatının kritiğinin yapan Muallim Naci, Recaizede Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası'na nice ilhamlar vermiş, bu edebiyatın ve edebiyat ortamının parodisinin kapısını aralamıştır. Tanzimat döneminde henüz amatörce roman denemeleri yapılırken edebiyatı konu edinen bu iki eser, dönemin estetiğini de tartışmaktadır. Tüm bu yönleriyle Mehmed Muzaffer Mecmuası, gerçekten de keşfedilecek, Muallim Naci'nin okurla eğlenen oyunculuğu kadar onu eğitmeye azmetmiş muallimliğini de gösterecek çok katmanlı bir metin.

 

 


 

 

 

"Everest Keşif" serisiyle ilgili yazı için tıklayınız.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.