Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Diyar diyar dolaşan adressiz aşıkların kitabı


İyi
Toplam oy: 161
Bugün Türk sanatının hangi dalına bakarsak bakalım, ister modern, ister post modern olsun; ister resim, ister müzik, ister roman ve şiir olsun mutlaka halk edebiyatının izleri bulunacaktır.

 

“Âşıkların/ozanların şiirlerini okuyup müziklerini dinleyen herkes Türklerin zihniyetini, düşünceleri, hisleri ve tasavvurları, yaşam biçimleri, dinî inanışları, toplumsal yapıları ve tarihine dair değerli bir izlenim edinecektir.” Ursula Reinhard ve Tiago de Oliveria Pinto böyle yazmış Türk Âşıkları ve Ozanları kitabının önsözünde. Elif Damla Yavuz’un çevirdiği ve Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı ilk gördüğümde kitabı hazırlayanların Türk olmaması sebebiyle çok heyecanlandım. Dünya üzerinde başka hiçbir milletin bu kadar kuvvetli bir âşıklık kültürünün olmaması ve bu kültürden doğan eserlerin o milletin hayatıyla bu denli paralellik göstermemiş olması bizim için övünülecek bir şey. Yabancı araştırmacıların da bu konuyu araştırması, onların gözüyle nasıl göründüğünü öğrenmek ve tecrübe etmek açısından güzeldi. Mutlaka ki bizim doğduğumuz kültür bu olduğu için âşık edebiyatıyla asgari seviyede ilgilenenler bile onların yaptığı çalışmanın büyük bir kısmına hâkimdiler fakat iki araştırmacının yıllar süren araştırması gerçekten takdire şayan. Kitapta Kurt ve Ursula Reinhard’ın araştırmayı tatamamlamak için tam 33 yıl, Adana, Sivas, Malatya, Konya ve İzmir’de kayıt aldığını söylüyor. Bu gerçekten çok büyük bir özveri. Bugün bile bizim folklor araştırmacılarımız oldukça az iken yıllar önce böyle bir çalışmanın yapılması bizim adımıza bir zenginlik.

 

Bugün Türk sanatının hangi dalına bakarsak bakalım, ister modern, ister post modern olsun, ister resim, ister müzik, ister roman ve şiir olsun mutlaka halk edebiyatının izleri bulunacaktır. Bu izin bu denli kuvvetli olması bu edebiyatın hiçbir numara olmaksızın doğrudan halkın kendisinden neşet etmesi ve iki ayağını da ait olduğu topraklara basmasından başka bir şey değil. Bundan dolayı Türk folklorunu anlamak ve bütün yönleriyle tetkik etmek hayati önem taşıyor. Bugün ise birkaç araştırmacı akademisyen dışında bu konuyla pek ilgilenen yok ve hatta edebiyat fakültelerinin bildiğim birçoğuna Halk Edebiyatı dersleri ortalama yapma dersleri olarak değerlendiriliyor. Popüler kültürün geçtiğimiz on beş yılda klasik edebiyattan faydalanması klasik edebiyatın öne çıkmasını sağladı. Bu şekilde Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yetiştirdiğimiz folklor araştırmacıları bugün oldukça sınırlı sayıda kaldı. Saim Sakaoğlu, Ali Berat Alptekin, Doğan Kaya son dönem folklor akademisyenlerinden ilk aklıma gelenler.

 

Kitaba dönecek olursak; ilk bölümde âşıkların sosyolojisi incelenmiş, mezhepsel ve tarihsel şartlar değerlendirilerek hangi şartlarda nasıl şiirlerin yazıldığı söylenmiş. Osmanlı döneminde Alevî âşıkların Osmanlı ile olan çatışmaları ve bunun neticesinde doğan Kalender Çelebi gibi Pir Sultan Abdal gibi şairlerin neler yazdıkları, bununla birlikte Cumhuriyet döneminden sonra bunun nereye evrildiği anlatılmış. Bu bölüm iki dönemde âşıkların devletle olan münasebetlerindeki değişimi ve dönüşümü göstermesi açısında sosyolojik olarak oldukça değerli. Ardından âşıkların meslekleri ve uğraştıkları işler konu ediliyor. Âşıklığı profesyonel olarak, yani maişetini buradan sağlayarak mı yapıyor yoksa zaten meslek sahibi olan âşıklar âşıklığı yalnızca bir ideal uğruna mı yapıyor bu değerlendirilmiş. İletişim ve ulaşım imkânlarının hayli kısıtlı olduğu çağda âşıklar köy köy gezerek destanlar, halk hikâyeleri okur, türküler çığırırlarmış. Âşık Sadık Zekeriya bu konuda şöyle der: “Benim adresim yoktur çünkü bir âşık o diyar senin, bu diyar benim dolaşır durur.”Kitap bu bölümden sonra âşıkların mezheplerini ve hangi dinî itikada bağlı olduklarını tasnif ederek Alevi-Bektaşi inançları arasındaki farkları da anlatarak teknik kısma geçiyor. Şiirlerin hece ve kafiye düzeni, notaların dizimi, kaçlık nota kullanıldığı, nasıl tarzda söylendiği gibi birçok konu anlatılıyor. Kitap Türk âşıklık geleneğinin temelini anlatması bakımından yeterli bir araştırma çalışması olmuş.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.