Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

DündenYarına // Bohem hayatın avare gençleri ve eğlenceleri


Zayıf
Toplam oy: 527
Sel Yayıncılık, Fikret Adil'in kitaplarını külliyat halinde yeniden yayımlıyor.

Fikret Adil, “bohem” kelimesiyle yan yana anılan bir isim. 1930'lu yıllardaki Türk bohem hayatının inceliklerini yazdığı Asmalımescit 74 adlı eseriyle bu döneme dair oldukça ilginç bilgiler veriyordu. Sel Yayıncılık yalnızca Asmalımescit 74’ü değil, Fikret Adil'in kitaplarını külliyat halinde yeniden yayımlıyor. Intermezzo’nun ardından, şimdi de yazarın Avâre Gençlik adlı eseriyle Gardenbar Geceleri adlı yazı dizisi bir arada tek bir kitap olarak okura sunulmuş.



İlk kez 1962 yılında yayımlanan Avâre Gençlik, bir roman. 1940-50'li yılların üst orta sınıf entelektüellerinin hayatına yönelen bu romanda, Amerikan filmlerini çağrıştıran birçok “sahne” var. Süratle giden otomobiller, film setlerinden fırlamışçasına güzel, endamlı ve alımlı kadınlar... (Nitekim dönemin meşhur 7 Gün dergisinde benzeri haberlere sıklıkla rastlamak mümkündür.) Türkiye'de Amerikan etkisinin yoğun bir şekilde gündelik hayata da sızdığı bu dönemde odaklanan romanda –zaten belki de bunları sembolize edercesine– Dan adlı, "dünya savaşından sonra kurulan alfabenin hemen bütün harflerini noktalarla ayıran sayısız ilim teşekküllerinden birinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelen" bir Amerikalı da var. Dan, Nuri ve Nur arasındaki üçlü bir aşk hikayesi Nuri, Nur ve Kadri arasındaki bir başka üçlü aşk hikayesine dönüşüyor Avâre Gençlik’te; çoksesli ve çokkültürlü bir İstanbul hayatı da bize kapılarını açıyor. Erkek ve kadın cinselliklerinin açık bir şekilde konuşulabildiği, resim galerilerinin sinemaların bolca olduğu, mehtap gezileri ve meyhaneleriyle bir İstanbul tablosunun sergilendiği bu romanda, olaylar yaklaşık bir aylık bir süreyi kaplıyor. Bir tablo gibi sunulan İstanbul manzaralarından biri şöyle anlatılmış mesela: "İstanbul'un güzel günlerinden birinin akşamı idi. Güneş Kumkapı'nın sırtlarını aşmış, Moda burnundaki evlerin camlarını tutuşturuyordu. Hava camgöbeği gibi berraktı, Fenerbahçe, Adalar, daha arkadaki dağlar yaklaşmıştı, o kadar ki, insana mesafeler kaybolmuş ve elini uzatsa oralara dokunacakmış gibi geliyordu. İnip dönen balıkçı kayıkları mendirek arkasına sığınmaya gidiyorlardı, kıyıda yüzen çocuklar dişleri takırdayarak giyiniyorlardı, birbirlerine yaslanmış odun, kum kayıklarından yemek dumanları yükselmeye başlamıştı, Sultanahmet, Ayasofya minareleri birbirlerine karışıyor, erguvan bir fon üzerinde görünüyorlardı."



Romanda Amerikalı Dan Gallack'ın çok eski bir Türkçe konuşması, Türkiye'ye has kültürü, bulunduğu zaman diliminden değil de çok daha öncesinden keşfetmeye çalışması ilginç. Roman boyunca yaşadığı aşklar da onu çok daha ilginç bir karakter yapıyor. Dan aynı zamanda her zaman kibar, kültür üzerine konuşmaktan hoşlanan ve olayların gidişatına müdahale etmektense oluruna bırakmayı tercih eden biri. Yabancıların, gayrimüslimlerin, Türklerin farklı kesimden entelektüellerinin birliktelikleriyle roman, dönemin "bohem" hayatına ışık tutmak konusunda son derece renkli özellikler gösteriyor. Bir balıkçı hayatı süren meşhur ressamın, roman okuyup tartışan futbolcuların, trans terzilerin Karaköy'ün kuytu köşelerinde sosyeteye ve entelektüellere güzel elbiseler diktiği bir dünyanın romanı Avâre Gençlik. Fikret Adil'in tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi dönemin hem gündelik hayatına hem de entelektüellerine yönelik zevkle okunan bir roman.

 

 

“Yılanlı kadın” nasıl meşhur olmuştu



Kitabın ikinci bölümü, zamanında, Beyoğlu eğlence hayatının önemli mekanlarından biri olan Gardenbar'a ayrılmış. Gardenbar'ın yıkılması üzerine gösteri yapanların ve kendi yaşadıklarını bir yazı dizisi halinde anlatan Fikret Adil, Gardenbar üzerinden dönemin eğlence kültürü hakkında önemli bilgiler de aktarıyor. Eserin başlangıcı ve bitişinde yazarı meşgul eden temel bir kavram var: medeniyet.


Tamamen okurla bir konuşma şeklinde düzenlenmiş olan bu yazı dizisinde Fikret Adil, Beyaz Ruslar'ın İstanbul'a gelişiyle canlanan eğlence hayatından, cambazlardan, şarkıcılardan, şantözlerden, dansözlerden oluşan bir panorama ile aktarır bize gördüklerini. Dünyanın meşhur birçok şarkıcı, dansçı ve cambazının Gardenbar'da sahne almasından, cazband'la tanışan İstanbul'dan bahseder. “Yılanlı kadın”ın nasıl Gardenbar'da çıktıktan sonra bütün dünyayı dolaşarak meşhur olduğunu dile getirir örneğin.


Gardenbar'ın yıkılışı, aslında belirli bir dönemin de kapandığına işaret etmektedir. Bu durum, Fikret Adil'in pek de hoşuna gitmez: "Ünlü piyanist ve Polonya'nın eski başbakanı Paderewski ne zaman bir yeni ülkeye, şehre gitse, ilk iş olarak, oranın eğlence yerlerine ve 'genelev'lerine gidermiş. Sebebini soranlara: ‘Herhangi bir ülkenin toplumsal durumu, oranın bu gibi yerlerinden belli olur,’ dermiş. Tevekkeli, eskiden, görücülüğe gidenler, gittikleri evin halkı hakkında fikir edinmek için helayı incelemezlermiş."



Çokkültürlü, çokdilli romanların asırlık mekanlarda her daim okunması temennisiyle, bugünden bin selam Fikret Adil'e.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Muhammed Ali Üzen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.