Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

DündenYarına // Karamanlıların romanı



Toplam oy: 742
Mahmut Yesari // Haz. Nükhet Eren
İstos Yayınları
Mahmut Yesari, sadece Rum bir tüccarı değil, Rumcayı, Rum kültür ve yaşamını da eserine yerleştirerek edebiyat tarihimizin ilgi çekici eserlerinden birini yaratmış.

Mahmut Yesari, Türkçenin en üretken yazarlarından. Buna rağmen eserleri uzun zamandır yayımlanmıyor. Bir Namus Meselesi, aslında Yesari'nin 12 Nisan 1923 - 25 Eylül 1924 yılları arasında Kelebek dergisinde yayımladığı bir eser; yayımlanışının ardından bunca yıl sonra kitap halinde ve ilk kez Latin harfleriyle basılıyor. Kitabı Arap harflerinden Latin harflerine aktaran Nükhet Eren, eserin başına Mahmut Yesari ve eserleri hakkında detaylı bir "sunuş" da yazmış. Ardından gelen Stefo Benlisoy'un yazısı ise Türkçe konuşan Rumları ve onlar arasındaki coğrafi farklılıkları anlamak açısından oldukça ilgi çekici.

 

Bir Namus Meselesi'ni biz okurlar için ilginç yapan ilk unsur, eserde Kayseri ve çevresindeki Rumların konuştuğu Türkçenin, yani Karamanlıcanın nasıl kullanıldığını görmek. Nitekim kitaptaki bütün karakterler Kayserili Rumlardan oluşuyor.

 

 

 

Ağapiyadi, Kayseri'de yaşayan bir tüccardır. Bir gün İstanbul'da yaşayan ve Galata'da bankerlik yapan dayısı Çakıroğlu Yuvanaki'den iflas ettiğine ve yardıma ihtiyacı olduğuna dair bir mektup alır. Bir süre ne yapacağını bilemez. İstanbul onu korkutmaktadır. Ancak dayısına yardım etmeye karar verir. Mallarını satmak için Dellal Kiryako'dan yardım ister. Kiryako onu mallarını Ağapiyadi'nin baş düşmanı olan Karaeftimoğlu Petraki'ye satması konusunda ikna etmeye çalışır. Bu durum Ağapiyadi için bir namus meselesi halini alsa da sonunda Petraki'ye mallarını satar, ancak gün gelip sattığı fiyattan hepsini geri alacağını söyleyerek İstanbul'a gider. Bir süre sonra dayısı ölür; o da İstanbul'da tutunan bir banker olur. Kayseri'ye yazdığı mektuplardan zengin olduğu ve hayatının yolunda gittiği bellidir. Kayseri'de onun mallarını alan Petraki ise borca batmış ve evlenmek üzeredir. Bir süre sonra Ağapiyadi de zengin bir kadınla evleneceğini belirten bir mektubu müstakbel eşinin fotoğrafıyla birlikte Kayseri'ye yollar. Fotoğraftaki kadının güzelliğini gören Petraki iyice bunalıma girer ve Ağapiyadi'nin yanına gitmeye karar verir ve bu noktadan sonra namus meselesi bir üst boyuta taşınır.

 

Kitapta kurmacayı harekete geçiren temel unsur, mektuplar. Ağapiyadi'nin dayısının aldığı haberle İstanbul'a gitmesi, ardından Ağapiyadi'nin yazdıklarıyla Petraki'nin İstanbul'a gelmesini sağlaması mektuplar aracılığıyla oluyor. Bilinmeyene bu şekilde açılış, sonrasında ne olup biteceği konusunda biz okurları da muallakta bırakıyor. Örneğin Ağapiyadi'nin Kayseri'ye yolladığı mektuplarda doğru mu yoksa yalan mı söylediğine dair bir netlikten söz etmek çok zor. Petraki İstanbul'a geldiğinde dahi işlerinin yolunda gittiğinden emin olamıyoruz. O zaman bile sadece bunlarla ilgili değil, Ağapiyadi'nin karısı Katina ile ilgili de yolunda gitmeyen bir şeyler olacağını seziyoruz.

 

 

 

Kitabın diğer bir önemli tatadı, mal ve mülk edinmeyle ticaret yapma ilişkisini gözler önüne sererek doğrudan belirli bir meslek grubuna odaklanması. Gerçi bunun neden böyle olduğunu Stefo Benlisoy'un "önsöz"ünden anlıyoruz: "Aslında İstanbul'da daha 15. yüzyıldan itibaren bir 'Karamanlı' mevcudiyeti söz konusuydu. 19. yüzyıldaki göçlerden sonraysa şehirdeki Anadolulu Türdil Ortodoksların nüfusu daha da artmıştır. İşte İstanbul'a yerleşen bu Anadolulu Ortodokslar, şehrin ticati merkezini oluşturan Unkapanı'ndan Sirkeci'ye kadar olan bölgede ve Galata'da çalışıyor ve ağırlıkla Yedikule, Samatya, Sirkeci, Narlıkapı ve Cibali gibi semtlere yerleşiyorlardı. 19. yüzyıl boyunca başkent Rumlarının varlıklı ve seçkin kesimleri Fener gibi eski gözde yerleşim yerlerini terk ederek Haliç'in karşı tarafındaki 'yükselen' Pera, Tatavla gibi semtlere yönelmiş, aralarında Anadolulu Ortodoksların önemli ağırlığa sahip oldukları Rum göçmenlerse çoğunlukla İstanbul Rumlarının 'geleneksel' semtlerinde yoğunlaşmışlardı."

 

Bir Namus Meselesi, 20. yüzyıl başında yazılan birçok eser gibi bir değerler sistemini öne çıkarıyor. Tıpkı Peyami Safa'nın yanlış Batılılaşan ve köklerinden kopunca kendi değerlerini yitiren kahramanları gibi, Petraki ve Ağapiyadi de kendi köklerinde ayrıldıklarında değerlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu da kitabın öne çıkan mesajı.

 

Mahmut Yesari, Bir Namus Meselesi ile sadece Kayseri'den İstanbul'a gelmiş bir Rum tüccarı değil, onun dilini, yaşamını ve kültürünü de eserine yerleştirerek ve de üstelik bunu kendi çizgileriyle zenginleştirerek edebiyat tarihimizin en ilgi çekici eserlerinden birini yaratmış.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.