Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Düşme Korkusu'na Düşünce


Gayet iyi
Toplam oy: 172
Öykülerin kırılma noktaları düşmek kavramıyla kuruluyor. Küçük hayatlardan büyük hikâyeler çıkaran ve bireyden hareketle toplumsal manzaralar çizen yazarın işlediği meseleler Düsme Korkusu’nda da hemen hemen aynı.

Adalet Ağaoğlu’nun eylülde Everest’ten çıkan kitabı Düşme Korkusu adını taşıyor. Bir kitabın ismi içeriğinden bağımsız olabilir, Gülün Adı buna güzel bir örnektir; bazı isimler içeriğe dair ipucu verebilir, bazıları ise tamamen o isim üzerine inşa edilebilir. Düşme Korkusu son gruptan. Bu kitaptaki öyküler “düşmek” ve “korku” olmak üzere iki sağlam temaya dayanıyor fakat kaynağını hayat denilen kaygan zeminden alan bu öyküler için düşüş kaçınılmaz.

 

Düşme fikri ve kitabın nasıl doğduğuna dair Ağaoğlu şu cümleleri kuruyor: “Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek var. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim. Hepsinde de hem yürümekten korkmak hem de düşme korkusu var.”

 

Yaşanan bir korkudan hareketle o duygunun peşine takılmak, bir kelimeden yola çıkıp kitap yazmak elbette zor iş. Tek kelime, tek tema, tek biçime odaklanan öyküler yazmanın yazarı sınırlandırdığını, onu dilsel ve zihinsel bir hapishaneye tıktığını düşünenler vardır elbette. Ama bu yöntem, sınırı aşabilenler için besleyici, tetikleyici, yaratıcı bir işlev de kazanabilir. Düşme Korkusu, ikinci gruptan.

 

GÖZDEN VE GÖNÜLDEN DÜŞENLER

 

Öykü evrenini düşme korkusuyla inşa eden bu kitapta ilk hikâye Yürüyüş adını taşıyor. Öyküde fiziksel bir düşmenin ardından yaşanan değişim söz konusu. Mizah yazarı Ragıp Ersal çok sevdiği yürüyüşlerinin birinde yıldırım çarpmış gibi düşer ve ne olursa bundan sonra olur. Öykünün vaka halkalarını çizerken bu düşüşü, kırılma noktası olarak ele almak mümkündür; çünkü bu düşüş karakteri baştan aşağı değiştirir, evin içinde bile yürümekten korkar hâle getirir. Hatta bu korku tüm hayatına sirayet ederek yazarın kalemini de felç eder; gözden düşen Ersal’ın yazarlık kariyeri bu düşüşlerle sona erer.

 

Zengin Adam öyküsünde düşme teması Solmaz Hanım etrafında döner. Her işini parayla halleden, saygıdeğer iş kadını imajı çizen, sırf gösteriş olsun diye hayır kurumlarına giden, vakıf toplantılarına katılan ve saygınlığını yitirmekten ölesiye korkan Solmaz’ın düşüşü de ilkin fiziksel sonra manevidir. Dernek toplantısında kürsüye çıkarken yüksek ökçeli ayakkabısı halıya takılarak yere düşmesine sebep olur; bu düşüş onu rezil eder, üstelik dostlarını da kaybeder çünkü yazar önemle belirtir: “Düşenin dostu olmaz.”

 

Kökten Değişim kültürel ve toplumsal değişimin portresini kelimeler üzerinden çizen bir öykü. Arapça, Osmanlıca, Eski Türkçe okunan dönemde okur-yazar aydın olarak bilinen baba, ertesi gün gençlerin önünde cahil kalır, ilmi olarak gözden düşer. Ağaoğlu bu öyküde Osmanlı- Cumhuriyet, eski dil-yeni dil karşılaştırmasını baba-oğul, konakapartman üzerinden yapar ve yaşanan sosyal değişimi kelimelerdeki kültürel kodlar aracılığıyla ele alır.

 

Orta Sınıf öyküsünde bu sefer bir çiftin birbirine düşüşü konu edilir ancak bu düşüş önce aşk ile başlarken çiftlerin birbirine düşmesiyle son bulur. Severek evlenen çiftin aşkı biter, devreye geçim sıkıntısı girer ve güzel duygular nefrete dönüşür. Para, geçim, evlilik, kavga, kadına şiddet gibi yan temaların işlendiği öyküde gündelik kesitlerden hareketle toplumsal hayata ve dönemin sosyal dokusuna ışık tutmak mümkündür.

 

DİLİ SU GİBİ DURU

 

Öykülerin kırılma noktaları düşmek kavramıyla kuruluyor. Küçük hayatlardan büyük hikâyeler çıkaran ve bireyden hareketle toplumsal manzaralar çizen yazarın işlediği meseleler Düşme Korkusu’nda da hemen hemen aynı. Yazar, kurgu ve olaydan ziyade karakter çözümlemelerine ağırlık veriyor ve öykünün atmosferini bu yolla oluşturuyor. Hatta kimi zaman bu öteleyiş kurgusal boşluklara neden oluyor, vaka halkaları çok hızlı değiştiğinden zamansal kopukluklar ve sağlamlaştırılmamış neden-sonuç ilişkileri anlatımı sekteye uğratabiliyor. Ayrıca, kısacık bir paragrafta bile en az dört-beş zaman kipini art arda kullanmak anlatımdaki ritmi kesip dilsel ve zihinsel bir dağınıklığa sebep oluyor. Buna rağmen Ağaoğlu’nun kullandığı dil su gibi duru. Öykülerde mizahi bir anlatım görülse de edebi sanatlar, uzun cümleler, aforizmalar yok denecek kadar az. En çok dikkat çeken şey ise yazarın düşmek ile ilgili deyimlere, söz kalıplarına ve atasözlerine bilhassa yer vermesi. Düşmek sadece tematik değil, dilsel açıdan da öykünün merkezine oturmuş durumda. Yere düşmek, bir yerden düşmek, kendini düşürmek, itibardan düşmek, gözden düşmek, içine düşmek, birbirine düşmek, garip hallere düşmek, kendi düşen ağlamaz, düşenin dostu olmaz, düşmez kalkmaz bir Allah… Bunlardan sadece birkaçı. Düşmek kelimesinin kullanım ve çağrışım zenginliğiyle ilgili olarak Türkçenin Sırları’nda da geçen Kelimelerin Tadı adlı bölüm, bu kitapla birlikte mutlaka okunmalı.

 

Adalet Ağaoğlu, 89 yaşında ve hâlâ yazıyor; kalemi ölene dek elinden düşmesin ve gördüğü “düş” daha da uzun olsun diyerek…

 

 

DÜŞME KORKUSU
Adalet Ağaoğlu

EVEREST YAYINLARI 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.