Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Düşünen Ölüler Yürüyen Ölülere Karşı



Toplam oy: 109
Zombi, kelime olarak aşina olmamıza rağmen edebi ve kültürel köklerini keşfe çok da ihtiyaç duymadığımız; Karayip Adaları’ndan devşirme bir mitten türetilmiş, hayatta olmamasına rağmen yaşamını insana zarar vererek sürdürme içgüdüsüne sahip ölü insanlara verilen bir isim.

Günümüze kadar farklı birçok pop kültür ürününde rastladığımız zombiler, içinde yer aldıkları anlatıya göre dönüşüp değişse de her zaman bir korku öğesi olmayı becerdi. Edebiyattan sinemaya, sinemadan çizgi romana, zombilere yönelik farklı birçok senaryo üretildi, bunların bir kısmı konuyu bilimsel ve rasyonel kapsama sıkıştırırken diğer bir kısmı ise gerçeküstü öykülere sığındı. Ama genel olarak sabit olan bir şey var ki zombi denildiğinde akılda canlanan imge öyle ya da böyle hep benzer kaldı; farklı anlatılar birbiriyle çelişse de zombi algısı üç aşağı beş yukarı ‘yürüyen ölü’ başlığında sabit kaldı. Ekim 2003 itibariyle Image Comics aracılığıyla ABD’de yayın hayatına başlayan Yürüyen Ölüler (The Walking Dead; Marmara Çizgi: 2009) on beş seneyi aşkın yayın hayatı boyunca aralıksız yayın yaptı ve 193 fasikülün sonunda 2019 yılı itibariyle de sonlandı. Bu süre boyunca televizyon dizisi, video oyunu, roman ve benzeri birçok farklı paralel üretime de konu olan Yürüyen Ölüler, sadece zombilere yönelik değil, insan ilişkileri ve anlatısındaki değişen ve dönüşen siyasal ritmiyle benzerlerine kıyasla çok farklı uç noktalara ilerledi.

 

Komadan sonra: Rick’in hikâyesi

 

Yürüyen Ölüler, merkezinde hayata özdisipliniyle tutunmuş bir şerif yardımcısı olan Rick Grimes’ın bir koma ardından hastanede gözlerini açmasıyla başlar. Sinemasal akrabası 28 Gün Sonra’nın başkarakterine (28 Days Later, Danny Boyle: (2002) benzer şekilde, gözlerini hastanede açıp ne olduğunu anlamakta güçlük çeken Rick, uyandığı andan itibaren gerçeküstü olaylarla karşılaşarak başına gelenleri anlamlandırmaya çalışır. Geride bıraktığı ailesi kadar etrafında olup biteni de merak eden Rick, zamanla hem ailesiyle, hem yeni çevresiyle hem de yeni bir dünyayla tanışacaktır. Bu dünya, hem kaosun rutin haline geldiği; modern toplum anlamında neredeyse hiçbir şeyin kalmadığı, hem de insan hayatının sadece hayatta kalma çabasına sıkıştığı bir gerçekliğe sahiptir. İnsan eti arzulayan, gittikçe çürüyen ve küçük bir ısırıkla bile sağlıklı bir insanı kendileri gibi yürüyen ölüye çevirebilen zombiler, bitmeyen insan avını zaman geçtikçe tüm dünya üzerine yayarlar. Her canlının tadacağı ölümün sonrası, bu öyküde tahmin edilenlerin çok da ötesindedir; en ufak ses ve görüntüyle kolayca tetiklenebilen zombiler şehirleri işgal eder, yerleşimleri yok eder ve bildiğimiz bugünkü medeniyetin sonunu getirir.

Uyandığı günden sonraki 193 sayı boyunca Rick ailesiyle, yeni çevresiyle, gittiği, gördüğü ve terk ettiği yerlerle aslında zombilerden çok insanlığa yönelik bir hikâye anlatır. Her ne kadar hikâyenin ana korku unsuru paralelde her zaman zombiler olsa da, insanoğlunun kendi içerisindeki çatışmaları, paylaşamadıkları, güç savaşı ve duygusal hezeyanları Yürüyen Ölüler’in esas belkemiğini oluşturur. Yeniden kavuştuğu eşiyle yaşadığı çalkantılı ilişkiden küçük yaştaki oğlunu yenidünyaya hazırlamaya kadar Rick’in mücadelesi genelde insana karşıdır; zombilere karşı verilen mücadele ise bütün hikâye içerisinde belki de periyodik olarak bir ‘ara sıcak’ rolünde karşımıza çıkar. Dayanışma içerisinde olduğu ekibi (belki de ‘yeni geniş ailesi’ demek daha doğru olacaktır) ile Amerika kırsalında farklı rotalara savrulan Rick, sırasıyla geride kalan medeniyeti, şiddeti, huzuru, ihaneti ve kendini tekrar keşfedecektir.
İnsanlığın sonu, ölülerin yarını
Dizinin yaratıcısı olan Robert Kirkman, projeyi ilk olarak zombi sineması denince ilk akla gelecek isim olan korku klasiği Yürüyen Ölülerin Gecesi’nin (Night of the Living Dead, George A. Romero: 1968) devamı olacak bir çizgi roman hedefiyle tasarlar. Zamanla bu fikirden vazgeçerek farklı bir dünya inşasına girişen Kirkman, ilk beş sayıyı süper kahraman öykülerinden tecrübeli çizer Tony Moore ile hazırlar; ilk sayıların nispeten sade ve farklı dilinin sebebi de biraz budur. Altıncı sayı ile birlikte serinin sonuna kadar çalışacak olan, ismi bağımsız çizgi romanlarla daha çok anılan Charlie Adlard Yürüyen Ölüler ekibine dâhil olur.
2010 itibariyle televizyon dünyasına tam anlamıyla bomba gibi düşen Yürüyen Ölüler, izleyici rekorlarına paralel şekilde devam eden sezonları boyunca iddialı bir hayran kitlesini takipte tutmayı becerdi. Her ne kadar öyküsü çizgi romana kıyasla zamanla değişen ve TV izleyicisine yönelik şekilde yeniden biçimlendirilen dizi, (öyküyü iki mecrada da sıkı takip eden birisi olarak söylemem gerekirse) zamanla temposunu ve orijinalliğini kaybedip kendi tekrarına düşen bir formata büründü. Bugün itibariyle on sezon ve 146 bölüme sahip olan dizi, ana karakterlerinin birçoğunu yitirerek kendi içerisinde bir spin-off’a* dönüştü; hatta diziye gösterilen ancak karşılanamayan talebe yönelik çizgi romandan tamamen bağımsız Yaşayan Ölülerden Korkun (Fear the Walking Dead, 2015) adlı bir dizi daha çekildi.
Çizgi roman ise dizinin tam tersi şekilde, gittikçe katmanlanarak dünyanın bugünkü yaşadığı küresel kaosa paralel hamleler yaparak takipçisini her zaman şaşırtmayı ve merak uyandırmayı becerdi. Rick’in ve diğer karakterlerin hem ruhsal, hem de bedensel değişimleri gerek hikâyenin çizgi anlatımıyla, gerekse de kusursuza yakın metin yazımıyla okuyucuya iyi bir şekilde aktarıldı. Gerektiğinde Rick’in unutulup yan karakterlerin merkeze koyulduğu başarılı dönüşümleri de yaşayan Yürüyen Ölüler, ülkemizde Marmara Çizgi eliyle, bugün itibariyle Türkçe 27’nci cildine ve 162’nci sayısına ulaşmış durumda. Sırada bekleyen 31 sayının da çabucak Türkçeye kazandırılması ümidiyle; Yürüyen Ölüler’i tüm vahşetine rağmen bir korku hikâyesi olarak değil, ahlaklı, akıllı ve fedakâr bir liderin kıyamet sonrası siyaset inşasına yönelik bir öykü olarak tüm olası meraklılarına memnuniyetle öneririm.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.