Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Duvarın ardına bakmak



Toplam oy: 887
William Sutcliffe // Çeviri : Petek Demir
Editura
Duvar, hepimizin içinde var olan bir yaraya serin bir merhem sürüyor.

William Sutcliffe’in kaleminden çıkan Duvar, tam olarak bu sınırın üzerine kurulmuş bir roman. 13 yaşındaki Yeşu ise bu sınır üzerinde ileri-geri hareket eden kayıp bir genç. Hikaye, günün birinde Yeşu’nun -aslında pek hazzetmediği arkadaşı Davut ile oynarken- topunun bir harabenin bahçesine kaçmasıyla başlıyor. Bu harabenin ortasında bir delik bulan Yeşu beyaz bir tavşanın değilse bile merakının peşinden gidiyor ve kendisini adeta dünyayı ortadan ikiye ayıran duvarın öbür yanında buluyor. Bir yanda yaşam, öbür yanda ölüm kokusu... Bir yanda varlık, öbür yanda yokluğun en koyusu... İki yanı ayıran bu duvarı ilk kim inşa etti? İlk defa bir parça toprağın etrafını çevirip, “Burası benim!” diyen kimdi? Üzerinde durduğumuz toprak aslında kime ait? Sorular daha da çoğaltılabilir fakat Yeşu’nun tek bildiği, duvarın öte yanındaki bir kıza borçlu olduğu... Aslında safını seçmek için bunca derin sorulara cevap bulmaya gerek olmadığının, sadece vicdanını dinlemenin de yeterli gelebileceğinin bir kanıtı Yeşu. Çünkü Yeşu hikayenin hiçbir noktasında derin sorgulamalara girmiyor, politik bir dil geliştirmiyor. Yeşu tam da yaşına uygun bir biçimde vicdan azabı çekiyor ve kendisini sorumlu hissediyor. Bu yüzden de duvarın iki yanını birleştiren tünellerde bitmek bilmez bir gelgite kapılıyor. Bu noktada romanın politik bir alt metne gömülmemesi, taraf tutmaması “doğru” bir tercih olmuş. 

 

Ayrıca, William Sutcliffe, Yeşu’yu tam olarak yaşından ve kendisinden beklenebilecek bir tonda ve uygun kelimelerle “konuşturmayı” başarmış. Bu, hikayedeki her yaştan ve cinsiyetten diğer karakterler için de geçerli. Yazarın güçlü bir sembolik dilinin olduğunu da söyleyebiliriz. Hikayenin arka planında, kendi hızında akan ve yüzyıllara yayılan bir kavga ve barışı kurma çabası mevcut. Gerek insanlığa tanıklık eden uzun ömrü, gerek kutsal kitaplarda kendisine yer buluşu, gerekse genelgeçer bir barış sembolü oluşu sebebiyle zeytin ağaçlarının bu hikayede bir motif olarak kendisine yer buluşu bana sorarsanız tesadüf değil... Ve tabii yeni bir zeytinliğin (yahut barışın) tohumu olan zeytin çekirdeklerinin yaşını başını almış ve katılaşmış birinin değil de Yeşu’nun cebinde gezinmesi de tuhaf değil.

 

Sonuç olarak Duvar, hepimizin içinde var olan bir yaraya serin bir merhem sürüyor ve başka türlü bir dünyanın da, başka türlü bir hayatın da mümkün olduğunun ışığını yakıyor. 

 


 

* Görsel: Emre Karacan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.