Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Edebiyatın ipiyle kuyuya inmek


Vasat
Toplam oy: 274
B. Öztürk, D.A. Büyükarman, S. Şahin
Bağlam Yayıncılık
Yaratıcı yazar, malzemesini hangi kuyudan çekmektedir?

Yazarak delirenler, yazmadan delirenler, yazmasa delirecekler, yazdıkça delirmeyenler… Edebiyat ile delilik arasındaki ilişki, her çağda ve koşulda dikkati çeken konuların başında geliyor. Edebiyat deliliğin, delilik de edebiyatın katmanlarında usul usul dolaşıyor. Kafka, yazdığı bir mektupta, “Edebiyat, içimizdeki donmuş denizin buzlarını kıracak bir baltadır,” demiş mesela. Söz konusu donmuş denizin buzları bir ölçüde “deliliği” oluşturuyor olabilir. Burada belki de “hangi delilik” diye sorabiliriz.

Klinik tanılardan azade her çağ, her coğrafya, her toplum aslında kendi normallerini ve delilerini yaratıyor. Tıpkı kendi korkularını ve arzularını yarattığı gibi… Bu anlamda delilik kaygan bir zeminde yer alıyor. Psikanalist Pınar Padar, “yazar yazı sayesinde kendi zihninde yaşayacak bir alan, bir mekan yaratır ve muhtemel deliliğini denetim altına almaya çalışır. Çünkü hayalin peşine takılmak gerçeklikten kopma endişesini de birlikte getirecektir. İşte bu kendi içinde kaybolmaktan korkmak belki de edebiyatı var eden temel duygudur,” diye ifade eder. Ve bu nedenle de ona göre yazıyı “delilik değil, delirme korkusu yazdırır.” Yazı yazmaya vesile olan her neyse, yazının kendisinin birçok kişi için tedavi edici, sağaltıcı etkisi olduğunu düşünüyorum. Kişinin diğer insanlarla ve dahi kendisiyle iletişim kurmakta zorlandığı ıstırap verici zamanlar, durumlar vardır. İçe dönük olduğu, dünyaya temas edemediği, beynini kemiren onlarca kötücül düşünceyle boğuştuğu zamanlar… İşte bu anlarda yazı, çoğu zaman kurtarıcı bir işleve sahip oluyor. Kişinin kendisiyle yeniden temas kurmasına, iletişim yollarının açılmasına, rahatlamasına olanak sağlıyor. Horatius’un şu dizeleri tam da bu düşünceyi doğrular nitelikte: “Kelimeler yardım edecek perişan akla/ Kasvetli kara hastalığı dindirmeye ve hafifletmeye…” Peki nasıl oluyor da edebiyat bu “kasvetli kara hastalığı” hafifletebiliyor?

Bu sorunun kuşkusuz birçok bakış açısını yansıtan yanıtları var. Geçtiğimiz yıllarda bu yanıtların tartışıldığı bir sempozyum yapıldı. Sempozyumun içeriği ve dahası ise Banu Öztürk, Didem Ardalı Büyükarman ve Seval Şahin tarafından kitaplaştırıldı. Edebiyatın İzinde Delilik ve Edebiyat başlıklı kitap, “Delilik ve Tarih”, “Delilik ve Psikanaliz”, “Delilik ve Yazmak”, “Edebiyatta Delilik” olmak üzere dört bölüme ayrılmış. Kitabın sonunda da “delilik ve edebiyata” dair geniş bir kaynakça meraklı okuyucuya ulaşıyor.

“Yazar yazı sayesinde kendi zihninde yaşayacak bir alan, bir mekan yaratır ve 
muhtemel deliliğini denetim altına almaya çalışır."

 

Zihin açıcı sorular ve fikirler

 

Kitabın psikanalistler tarafından kaleme alınan bölümü ile “Edebiyatta Delilik” kısmı okuyucuyu oldukça sorgulatan ve ezber bozan bir tonda ilerliyor. “Köyün Delisi”nden Füruzan’a, Leylâ Erbil’den Halide Edip’e, Sevgi Soysal’dan Güngör Dilmen tiyatrosuna kadar delilik temasının işlendiği birçok karaktere ve yazara gönderme yapılıyor. Ancak gözlerimiz daha fazlasını da arıyor. Edebiyat ve delilik ilişkisi dendiğinde böyle bir kitapta “olmazsa olmaz”ları dikkatli okuyucu hemen fark edecektir.

“Delilik ve Yazmak” bölümünde ise Irmak Zileli, Birgül Oğuz, Murat Gülsoy, küçük İskender gibi isimler “Deliliği Yazmak” konulu bir soruşturmayla yer alıyor. İrili ufaklı birçok yazıdan oluşan bu soruşturma kapsamında deliliğin yazıda ve edebiyattaki yeri, çeşitli karakterler üzerinden incelenmiş; zihin açıcı sorular ve fikirler ortaya saçılıyor.

Pınar Padar’ın da yazısında dile getirdiği gibi Freud, 1907 tarihinde kaleme aldığı “Yaratıcı Yazarlar ve Gündüz Düşü” başlıklı makalesinde şöyle soruyor: “Yaratıcı yazar, malzemesini hangi kuyudan çekmektedir? Bizde olduğunu bilmediğimiz duyguların bile ortaya çıkmasına nasıl yol açar?” Freud’un bahsettiği o kuyu kuvvetle muhtemel bilinçdışının kuyusudur. İpi de, birçok şey olabilme ihtimalini taşısa da, bu kitap bağlamında edebiyattır. Bizler de edebiyatın ipiyle hem kendi kuyumuza hem de ötekinin kuyusuna ineriz çoğu zaman. İşte o kuyudan kovamıza doldurduklarımız edebiyat ve psikolojinin başlıca ilgi alanıdır. Kimi zaman satırlara dolan, kimi zaman psikoterapi odasında yankılanan… 

 

 

 


 

 

 

Görsel: Tolga Tarhan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.