Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Edebiyatla mayalanan bir dostluk hikayesi…



Toplam oy: 982
Marie-Sabine Roger
Kırmızı Kedi
Hep sorulagelen "Edebiyat ne işe yarar?" sorusuna bir cevap niteliği taşıyor Allak Bullak. Diyor ki; bizi "insan" yapar!

Marcel Proust, Okuma Üzerine adlı eserinde "Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur," der. Peki ya çocukken çok sevdiği bir kitabı olmamışsa insanın, kitaplarla bir dostluk kuramamışsa? İlerleyen yaşlarda -hatta ömrünü çoktan yarıladığında- kitapla, edebiyatla tanışması, okuma yazma bilmediği için bir başkasının kendisine okuduğu kitaplarla edebiyatın büyüsüne kapılması olası mıdır? Üstelik okumayı bile o yaşlarda sökmesi mümkün müdür? Evet, Maire-Sabine Roger'in sinemaya da uyarlanan Allak Bullak adlı neşeli romanının kahramanı Germain Chazes, bunu başarıyor. Ve evet, Germain'in deyişiyle "eğitimsiz olmamız, öğrenemeyeceğimiz anlamına gelmiyor"… Yazar; yarı çatlak Germain ve bir bankta oturup saatlerce güvercinler ve de kitaplar üzerine sohbet ettiği yaşlı dostu Margueritte'in hikayesi üzerinden edebiyatın ne kadar güçlü bir sihir olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Edebiyatın, insanı nasıl değiştirip dönüştürebildiğinin güzel bir örneği bu hikaye…

 

 

İnsanın; çocukluk döneminde, kendisine bambaşka kapıları aralayan, farklı diyarlara seyahat etmesini sağlayan kitapları unutması mümkün değil. Erken yaşlardan itibaren kitaplarla bağımızın sağlam olmasında ailemizin ve öğretmenlerimizin de büyük payı var elbette. Ya da tam tersi; okuldan/okumaktan soğumamıza, kitaplarla aramıza koca bir duvar örmemize sebebiyet verenler de aynı kişiler. Tıpkı Germain'in başına gelen gibi. Anne sevgisi nedir bilmeyen, başlangıçta örnek alacak kimsesi olmayan ve her şeyi tek başına keşfetmesi gereken Germain, okul hayatında da feleğin sillesini yiyor. Çünkü haybeye bilgi tıkan, korkudan insanın ödünü koparan bir öğretmeni var ne yazık ki. Germain şöyle diyor: "Yeterince yetenekli, sabırlı falan olan öğretmenler, öğretme işini doğru düzgün yaparlar. Hafızanı tatlılıkla doldururlar, ta ki gerekli kıvama gelinceye kadar. Ama bazıları da öğren ya da geber tarzındadırlar! Kafalara doldurdukları o bilgileri, nereye gireceğini bile düşünmeden ha babam beyninize tıkıştırırlar. Sonuç: Ters bir yere saplanan en ufak bilgi kırıntısı bile seni boğar. Tek bir arzun vardır: Onu tükürmek ve kendini rahatsız hissedeceğine aç kalmak". İşte "Çocukları sevmeyen bir namussuz" olan Mösyö Bayle, German'in okuldan ve okumaktan soğumasına neden olan kişi. Ama ne ki Germain yine de şanslı bir insan; çünkü Margueritte gibi bir kitap kurduyla karşılaşıyor; biraz geç de olsa…

 

Bu tuhaf ve müthiş dostluk nasıl mı başlıyor? Germain, düzenli olarak gittiği parkta, bir banka oturup o ilginç ritüelini gerçekleştirirken. Yani güvercinleri sayarken! Aşağı yukarı 50'li yaşlardaki Germain, sevgi yoksunu annesinin bahçesindeki karavanda yalnız yaşayan ve zamanının çoğunu parktaki güvercinleri sayarak geçiren, "kör cahil, okuma yazması olmayan" bir adam. Ama günlerden bir gün; yine bir park gezintisi sırasında karşısına Margueritte çıkıyor. Üzerinde desenli, saçlarının renginde gri ve eflatun çiçekli bir elbise, düğmeleri ilikli gri yeleğiyle bankta öylece oturan bu yaşlı kadın, Germain'e bambaşka bir dünyanın kapılarını aralıyor. Tıpkı kendisi gibi güvercinleri sayan bu akıl küpü ve edebiyat tutkunu yaşlı kadın, eğitimsiz Germain'i kendine hayran bırakıyor... İşte bir parktaki bankta başlayan ve edebiyatla mayalanıp perçinlenen bu garip dostluk, Germain'in kitapların muhteşem dünyasını keşfetmesini sağlıyor. Adeta "haber spikerleri gibi kitap okuyan" bu yaşlı kadın ve okuduğu kitaplar, Germain'i allak bullak ediyor; varlığı hakkında düşünmeye ve kendini sorgulamaya sevk ediyor. Margueritte'nin okuduğu kitaplardan öğrendiği her şey Germain için yepyeni ve başını döndürücü çünkü. Bu ufak tefek hanımefendi, edebiyatın gücü aracılığıyla Germain'in düşünmesine ve sorgulamasına sebep olan düğmeye basıyor işte!

 

Edebiyat ne işe yarar?

 

 

Dahası Germain'i daha duyarlı, daha nazik, daha sorgulayan ve düşünen bir "insan"a dönüştürüyor. Hep sorulagelen "Edebiyat ne işe yarar?" sorusuna da bir cevap niteliği taşıyor bu roman. Diyor ki; bizi "insan" yapar! Çünkü bizi "insan" yapan değerlerin toplanıp bir araya geldiği tek yer belki de edebiyat. Elbette bu sorunun kesin ve tek bir cevabı yok; sadece cevaplardan bir tanesi bu…

 

Margueritte'in Germain'e okuduğu kitaplar da dikkate değer; ilk olarak Albert Camus'nün Veba'sı ile yola koyuluyor. Şehri istila eden fareleri hayal eden Germain, pis kokulu fare leşlerini neredeyse görüyor. Margueritte, birkaç sayfa okuyup bazı bölümleri atlayarak okumaya devam ederken, Germain adeta oturduğu banka çivileniyor, yerinden kıpırdayamıyor. Edebiyatın sihirli elleri böylece ilk kez dokunmuş oluyor Germain'e. Edebiyat, herkese kafasında kendi filmini oynatma imkanı sunar. Germain de Veba romanını Margueritte'den dinlerken ilk kez bunu deneyimliyor ve aynen şöyle diyor: "Sinemadaymış gibiydim; ama sanki film sadece benim için oynatılıyordu, kafamın içinde". Bu müthiş ikilinin okuma yolculuğu Romain Gary'nin Şafakta Verilmiş Bir Sözüm Vardı adlı otobiyografik romanı ile devam ediyor. Germain'e çocukluğunu öyle çok hatırlatan bu roman, bir kitabın insanı nasıl geçmişe götürebileceğini gösteriyor; hem Germain'e hem biz okurlara. Ardından Şilili yazar Sepulveda'nın Amazon yerlileri ve daha pek çok şeyden bahseden incecik eseri Aşk Romanları Okuyan İhtiyar'ı okuyor Margueritte. Germain, Amazon yerlileri hakkında bir sürü ilginç şey öğrendiği bu kitaba kelimenin tam anlamıyla vuruluyor; kendi deyişiyle "kenenin köpeğe yapıştığı gibi yapışıp kalıyor her satırına". Ve inanamayacaksınız ama gün geliyor Germain, Margueritte'e kitap okuyor; kütüphaneden aldığı Jules Supervielle'nin Engin Denizlerin Çocuğu öykü derlemesini…

 

Peki neden ve nasıl bir böyle bir işe girişiyor Germain? Bunu merak edenleri Germain ve Margueritte arasında güvercinler, kelimeler, kitaplar, sözlükler ve edebiyatın büyüsü üzerinden kurulan ilgi çekici dostluğun hikayesini resmeden Allak Bullak'ı okumaya ve edebiyatın büyüsünden nasiplenmeye davet ediyorum… Oldukça neşeli bir romanla tanışacağınızı da belirteyim. Marie-Sabine Roger'in mizahı elden bırakmayan üslubu, üzerine çokça düşünülesi bu hikayeyi hayli neşeli ve eğlenceli hale getiriyor.

 

 


 

 

* Görsel: Dee Lowe

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.