Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ejderha Mızrağı macerası bir kez daha başlıyor!



Toplam oy: 871
Tracy Hickman, Margaret Weis // Çev. Çiğdem Erkal İpek
İthaki Yayınları
Fantastik kurgu türü bu ülkede okunmaya devam edecekse, yeni nesillerin özellikle Ejderha Mızrağı serisinin orijinal ilk üçlemesini okumasında fayda var.

Bir vesileyle, “bana sorarsanız yaratılmış hiçbir büyücü Fizban'ı ve hiçbir hırsız Tasslehoff Burrfoot’u tahtından indiremez,” diye yazmışım. Sene 2002 imiş. Ejderha Mızrağı serisinin orijinal ilk üçlemesinde tanıdım onları. Fantastik kurgu türünün köşe taşlarından biri olarak nitelendirilen, Margaret Weis ile Tracy Hickman’ın yazdığı bu ilk üçlemeyi İthaki Yayınları şimdi yeniden yayımlıyor. Zamanı gelmişti; zira, kitapları bulmak artık oldukça güçtü.


Arkabahçe Yayıncılık, üçleme ilk kitabı olan Güz Alacakaranlığı Ejderhaları’nı 1998’de yayımlamıştı. Hemen bir yıl sonra ikinci kitap Kış Gecesi Ejderhaları ve üçüncü kitap İlkbahar Şafağı Ejderhaları gelmişti. (Üçleme ABD’de de benzer bir ritimle yayımlanmıştı; ilk kitap 1984 yılında, diğer iki kitap 1985’te.) Üçleme iyi bir satış grafiği yakaladığı için hem Ejderha Mızrağı serisinin diğer üçlemeleri art arda yayımlandı hem de orijinal ilk üçlemenin yeniden basımları yapıldı. 2008 ylında geldiğimizde, serinin Türkçe yayın hakları Laika Yayıncılık’a geçti. Ejderha Mızrağı serisi yeniden kitap raflarını doldurmuştu... Fantastik kurgu türü bu ülkede okunmaya devam edecekse, yeni nesillerin özellikle orijinal ilk üçlemeyi okumasında fayda var. Dolayısıyla raflarda her daim Güz Alacakaranlığı Ejderhaları, Kış Gecesi Ejderhaları ve İlkbahar Şafağı Ejderhaları’nın bulunması gerekiyor. Şimdi bu görev İthaki Yayınları’nda! (İthaki de, Arkabahçe Yayıncılık’ın Çiğdem Erkal İpek’e yaptırdığı çeviriyi kullanmış.)


İki yüze yakın kitaba ulaşmış bir seriden, fantastik bir evrenden bahsediyoruz. Hadi evrenin adını da analım: Krynn. Yüzlerce yan hikaye barındıran bir tarih yazımı da diyebiliriz bu çalışmaya. Ve bu tarihin sıfır noktasını, daha doğrusu “üç noktası”nı, ilk üçleme oluşturuyor. Bu başarıda, Tracy Hickman’ın bence iki önemli işlevi var: Birincisi “üç nokta”nın dilbilgisindeki tanımına cuk oturan bir ilk öykü kurmuş. Dilbilgisinde “üç nokta”nın işlevlerinin birkaç tanımı var; ilk üçleme şu tanıma uyuyor: “Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun hayal dünyasına bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur.” Hickman işte tam da bunu yapmış.


Tracy Hickman, rahiplik okulunda okumuş ve mezuniyetin ardından önce Hawaii’de ve sonra Endonezya’da rahiplik yapmış. Ama hayalindeki meslek bu değil. İstifa edip ABD’ye dönmüş. Garsonluk, cam işçiliği, süpermarket teslimatçılığı, setlerde ışıkçılık gibi işlere girip çıkmış. Amacı fantastik hikayeler yazmak. 1980’lerde fantastik rol yapma oyunu Dungeons & Dragons revaçta. Hickman, karısı Laura Curtis ile bu oyuna bir modül yazar. Dungeons & Dragons oyuncularının dikkatini çeken bir modül olur bu. Bir ortak bulur ve bu modül üzerinden ticarete atılır; bir hayli de para kazanır. Ama ortağı dolandırıcı çıkar ve tüm servetini kaptırır. Daha sonraki yıllarda Ejderha Mızrağı’nı yayımlayacak olan TSR’nin kapısını, elinde gelecek vaat eden bu modülüyle çalar. “Umudum çocuklarımın ayakkabılarının taksitini ödeyecek para alabilmekti sadece,” diyecektir. TSR modülle değil, Hickman’ın kendisiyle ilgilenir ve onu işe alır. Ancak California’ya taşınmaları gerekmektedir. Yolda düşünmeleri için yeterince zamanları vardır. Karısıyla birlikte konuşa tartışa California’ya ulaştıklarında Ejderha Mızrağı’nın “üç noktalı cümlesini” kurmuşlardır... Hickman’ın ilk başarısı bu; yani hikayenin iskeletini oluşturmak. İkinci işlevi ise hikayenin yayılışının denetimini elinde tutmak. Yani farklı yazarların eline verilen yan hikayelerde de üst göz onunkisi.


Gelelim Margaret Weis’e... Hickman olmasa Ejderha Mızrağı başlayamazdı belki; lakin Weis olmasa, Ejderha Mızrağı yaşayamazdı.


Ejderha Mızrağı evreninin ruhu ilk üçlemede yaratılan karakterlerin derinliğinde gizli. Bu da Weis’in başarısı. Hiçbir karakter sadece iyi ya da kötü değil. Hepsinin iyi ve kötü, güçlü ve zayıf yanları var. Weis karakterleri düşünüp üretmediğini, onlarla yola çıktığını, sessiz ve görünmez bir izleyici olarak onlara eşlik ettiğini söylüyor. Karaterlerin gittikçe derinleşmesi tüm Krynn’in hikayesinin gittikçe sağlamlaşmasını sağlıyor. (Yazının başında belirttiğim üzere benim için Fizban ve Tasslehoff Burrfoot’un ayrı bir yeri var. Ama Weis açık bir biçimde Raistlin’e, yani genç büyücüye torpil yapıyor. Zaten rol yapma seanslarında Raistlin’i canlandırdığı söyleniyor.)


Hem Weis çok yetenekli bir yazar olmasına karşın “neden Weis ve Hickman’ın adı sürekli birlikte anılıyor”u hem de bu karakterlerin nasıl derinleştirildiğini açıklayan bir anekdot ile bitirelim: Weis, Hickman’ın önüne getirdiği karakterlerden sadece biriyle anlaşamıyor: Tanis Yarımelf, yani Hickman’ın zekice kurguladığı üzere insanlar arasında elf, elfler arasında insan olduğu için sevilmeyen ama ekibin sağduyulu lideri. Weis kendi deyimiyle Tanis’le nasıl yola çıkabileceğini bilemiyor. Hickman’ın yanıtı şu: “Tanis Uzay Yolu’ndaki Kaptan Kirk gibi, onu öyle düşün.” Ve Weis, Tanis’in liderliğindeki ilk maceraya böyle çıkıyor. Her ne kadar rol yapma seansında onun Raistlin’i canlandırdığı söylense de bence maceraya çıkan grubun parçalarından hangisi Weis diye sorsalar, ben duraksamadan Tasslehoff derim. Çünkü Weis’in daha sonra yazdığı tüm Ejderha Mızrağı kitaplarında orijinal ekipten sadece Tasslehoff var.

 

 

 

 


 

 

 

Görsel: Burak Dak

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.