Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

En sıkı düğümler sorular



Toplam oy: 895
Necati Tosuner
İş Bankası Kültür Yayınları
Çırpınışlar bir roman mı? Anlatı mı? Anı ya da öykü mü? Hepsi. Bir yandan da hiçbiri. Özel bir metin.

Kitaba, hüzünlü ve tedirgin bir bekleyişle başlıyoruz; ilk satırların ürkekliği bu. Necati Tosuner'in bizi buluşturduğu bir ruh hali. Zaman zaman elimizi nereye koyacağımızı bilemeyişimiz gibi bir belirsizlik. İki kişinin birlikteliğinin ve yalnızlığının birleşimine benziyor. Tosuner'in “ince titreşimlerle örülmüş dinginlik” deyişini andıran bir durum.


Tosuner, değiştiremeyeceğimiz gölgemizden bahsederken hayatta nerede konumlandığımıza ve yaşama başka bir gözle bakmamız gerektiğine de değiniyor. Uzayan ve kısalan cümleler yalnızlığımızı yükleniyor, kalabalığı ve gürültüyü boşaltıyor. Arada bir aklımıza düşen soru, Çırpınışlar'daki satırlarda da gizliden gizliye dolanıyor: Bu hayattan ne bekliyoruz? Yanıtı tek cümle veya destan. Tosuner'in hızı bir artırıp bir düşürmesi de bundan galiba.

Cümleler, hep bir yerlere gönderme yapıyor; aşka, yalnızlığa, kalabalığa ve kalabalığın içindeki “ben”e...

 

 

Ne beklediğimiz kadar, bu hayatta ne yaptığımız da önemli. Mesela, “Hadi saklandın diyelim de nasıl saklanacaksın kendinden?” sorusuyla benliğinden kaçmaya uğraşanlara da selam gönderiyor Tosuner. Metni okurken kendimizi kandıramayacağımız zorlu bir yokuş tırmanıyor gibiyiz.


Yazarın, büyük sözler yerine, her zaman yaptığı gibi, kendisininkileri tercih ettiğini görüyoruz. Tosuner'in buna ilişkin -öğütleri demeyeyim ama- sakince dillendirdiği fikirleri var kimi sayfalarda. Bir de yaşlandıkça cümlelerin berraklaştığına dair imaları...


Tosuner, kitabı kendi kendine konuşur gibi kaleme almış. Tabii bu arada biz de o konuşmaya dahil olup her cümleden kendimize bir pay çıkarıyoruz. Tosuner'in böyle bir derdi var mı bilinmez fakat şurası tartışmasız: Yazdığı her cümle, derin ve sonsuz çağrışıma açık; başımıza gelmiş ya da gelebilecek pek çok şeyden söz ediyor. Hayatın neredeyse her köşesine dokunan bir kitap Çırpınışlar; yalnızlıktan acıya, umuttan uçsuz bucaksız mutluluğa ve sevgiye, sonra da çaresizlik hissine dek uzanan konu çeşitliliği metni zenginleştiriyor. Bunların üstüne bir sürü şey söylenebilir ya da susup kalabilirsiniz de. Hangi yolu seçerseniz seçin, hiç kimse sizi yadırgamaz çünkü Tosuner, adeta “Kendini aç,” diyor ve hepimizi dünyanın kapısına çağırıyor.  

 

 

Özel bir metin


Bütün bunları dikkate aldığımızda kitap, bir deneme kitabı olarak da nitelendirilebilir, Eski Yunan metinlerine göz kırpan bir yönü de var. Tek kişinin, yalnız başına tüm hayatı enine boyuna yorumlayışından izler de taşıyor; kendi kendine oynar ve ardından tökezler gibi: “Oysa bir de başarılı olamadıkların vardı, ipteki düğümler gibi değildi çözemediklerin. Çözemediklerin: Sorular! En sıkı düğümlerdi sorular. Derinde olanlar, güç ve ağır gelen sorular. Yüksektekiler, hiç erişemediklerin. Çözemediğin sorular.”


Tosuner, dertlerini kesik kesik, parça parça anlatıyor. Cümleler, hep bir yerlere gönderme yapıyor; aşka, yalnızlığa, kalabalığa ve kalabalığın içindeki “ben”e... Hemen her gün rastladığımız üzere sınavdan geçiyoruz ama okuduklarımız ondan biraz da ayrı.


Kitapta bol bol Necati Tosuner var, öbür taraftan da yok. Salt kendi çırpınışlarını anlatıyor gibi yazmışsa da hepimizinkine dokunuyor; kim hangisinden etkilenirse...


Bir roman mı bu? Anlatı mı? Anı ya da öykü mü? Hepsi. Bir yandan da hiçbiri. Özel bir metin.

 

 


 

 

 

Görsel: Elif Demir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.