Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Genç Capote’nin öyküleri



Toplam oy: 644
Truman Capote // Çev. Melisa Kesmez
Sel Yayıncılık
Ateşteki Güve’de yer alan öykülerle, Truman Capote’nin yazarlık serüveninin başına dönüyoruz.

Yapıtları elden ele dolaşmış bir yazarın ilk yıllarına ait ürünleri, belli bir zaman sonra veya ölümünün ardından ortaya çıkmıştır çoğunlukla. Truman Capote’nin yazarlığının başlangıcından örnekler taşıyan öyküler toplamı Ateşteki Güve de işte böyle kitaplardan...


Capote’nin ilk yazarlık denemelerinin acemiliği bir tarafa, yazma işine ciddiyetle eğildiğini gösteren metinlerden oluşuyor Ateşteki Güve. Kendi deyişiyle, çocukluğundan itibaren “saplantı haline getirdiği yazarlığı”nın ilk örnekleri... Dahası, kendini hızla olgunlaştırmaya uğraşan bir yazar var okurun karşısında.

Capote’nin ölümüne yakın tarihlerde hüküm süren tembelliğini (eleştirmenler buna “çöküş dönemi” diyor) ve yaşama karşı kayıtsızlığını düşününce Ateşteki Güve’de, kendinden çok etrafında odaklanan, dışarıda bırakılanlarla ilgilenen ve yeteneğinin üstüne çıkmaya uğraşan bir yazarla yüzleşmek okura keyif veriyor. Bunu gençlik heyecanına mı bağlamalıyız, bilinmez ama kesin olan, Capote’nin kitaptaki öykülerde “farklı” veya “aykırı” insanların hayatlarına girip çıktığı.

Çoğunlukla kısa ve net cümlelerle kurduğu öykülerinde aylaklar, yalnız çocuklar, beyazların arasında melez bir kız, harabede yaşayan ve keçileri kaçırdığına inanılan bir kadın, kimsenin adımını atmak istemediği yerlere gidenler öne çıkıyor. Capote’nin bu karakterleri oluşturmasının ardında, toplumun önemli bir kesimi tarafından kabul görmeyen kişileri anlama ve olup bitene onların tarafından bakma dürtüsü yatıyor.

Olgunluk kitaplarına kıyasla Ateşteki Güve’de yer alan hikayelerinde, Capote’nin kullandığı dil de daha basit. Bu dil, merkezden çok çeperde konumlananların dünyayı algılama biçimlerini yansıtıyor. O nedenle New York’ta yaşayan ama ait olduğu Güney kültürünü hiç unutmayan, “her şeye karşı derin bir anlayışa ve şefkate sahip bir yeryüzü çocuğu olan” siyahi bir kadın satırlarda belirebiliyor.



İlkgençlik gözlemleri...



Capote’nin öykülerindeki başarısı, olağanüstü bir kurgudan veya akıllara kazınan karakterler yaratmasından kaynaklanmıyor. Tam tersine hayal kırıklıkları yaşayan, yersiz yurtsuz, hatta başarısız ve pek de göz önünde bulunmayan insanların sıradan yaşamı var Ateşteki Güve’nin sayfalarında. Dolayısıyla Capote, yaşamın ağırlığını fazlasıyla hisseden, savunmasız ve dışlandığının bilincinde olan insanlardan esinleniyor. “Hayatı boyunca her şeyin nasılsa öyle kaldığından emin olan”lar ya da “siyaseti büyük bir kare bulmaca” diye niteleyenler de bu esinlenmeye dahil.  

Capote’nin ölümünden sonra yayımlanan ve Ateşteki Güve adıyla kitaplaşan öyküler, yazarın ilkgençlik yıllarındaki çalışmalarının ve gözlemlerinin ürünü. Genç Capote, ileride yazarlığının yapı taşlarını oluşturacak pek çok şeyi bu öykülerde okura hissettiriyor. Onların başında da kenarda köşede kalmış insanların hayatını anlamaya çalışma geliyor. Bu da Capote’nin yazarlığının son demlerine kadar hep canlı kalıyor.

Kısacası Ateşteki Güve’de yer alan öyküler, Capote’nin yazarlık serüveninin başına dönmemizi ve ileride kendisinin biçemini meydana getirecek kimi öğeleri fark etmemizi sağlıyor.  

 


 

Görsel: Türksel Kızıl

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.