Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

GİO Ödülleri'yle başka hayaller mümkün



Toplam oy: 1202
Bu öykülerin sadece bilimkurgu, fantastik ve korku alanı gibi Türk edebiyatında şimdiye kadar öksüz kalmış bu türe katkı sağlamakla kalmayıp genel olarak yazın dünyamızda kurmacanın ve hayal gücünün sınırlarını zenginleştirmek adına dikkate alınmaları gerektiğini söylemek hiç abartılı olmaz.

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) 2012 yılında kurulduğunda Türkiye'de bir ilki gerçekleştirmişti. Sadece edebiyatta değil, çizim ve sinema alanında da hayal gücünün sınırlarını genişletmeyi hedef alan eserlerin üretilmesinde hatırı sayılır bir adım atmıştı. Dernek kurulduğu ilk zamanlarda başlıca hedeflerinden biri de her yıl bir yarışma düzenleyerek yeni kalemlerin, çizerlerin, sinemacıların ortaya çıkmasına destek olmaktı. Çok geçmeden, 2013 yılında bu hedef gerçekleşti ve derneğin onur üyelerinden biri olan Giovanni Scognamillo'ya ithafen GİO Ödülleri verilmeye başlandı. Yarışmada ödül alan ve almayan on yedi öykülük bir derleme olan GİO Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler adlı kitap ise bu yarışmanın fantastik, bilimkurgu, korku sanatları alanına yaptığı katkıyı daha da taçlandırmış durumda. Derneğin kurucu üyelerinden Barış Müstecaplıoğlu ile Kutlukhan Kutlu'nun editörlüğünde  hazırlanan kitap şimdiye kadar Türk edebiyatında örneğine rastlamadığımız bir seçki niteliğinde.

 

 

Kitaptaki on yedi öyküyü okuduğumuzda editörlerin bu seçmeyi hazırlamakta ne kadar zorlandıklarını tahmin etmek zor değil, zira onlar da kitaba yazdıkları giriş yazılarında bu duruma özellikle değiniyorlar. Bu yarışma başlamadan önce tahmin ettikleri başvuru sayısından çok daha fazla başvuruyla karşılaştıklarını, seçmelerin onlar için ne kadar zor olduğunu belirtiyor, bu kitaba girecek öyküleri seçerken kitaba dahil edemedikleri başka öyküleri de anmaktan geri kalmıyorlar. Ödüllerin başlarına hangi ödülleri aldıkları belirtilmeseydi hangilerinin ödül aldığını tahmin etmekte zorlanırdınız çünkü edebi nitelik açısından birbirlerinden çarpıcı nitelikte öykülerle karşı karşıyayız. Barış Müstecaplıoğlu sunuş yazısında öyküleri değerlendirirken ne gibi kriterlere dikkat ettiklerini belirtiyor: Bilimkurgu, fantastik ve korku alanında kalem konuşturmak, özgün dünyalar yaratmak için dünyaya karşı algıların açık olması, yeni insanları, yerleri, doğayı araştırıp tanımak gerektiğini belirtiyor, karakter yaratmanın önemini ve bunun için başlıca ipuçlarını veriyor. Müstecaplıoğlu, edebiyat metinlerinde bir alt metnin olması gerektiğine inananlardan ama bu alt metnin "Yazarın burada bize vermek istediği mesaj nedir?" sığlığında bir yaklaşıma denk gelen mesaj kaygısının öne geçtiği metinlere dönüşmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Çarpıcı, düşündürücü ve derin duygular bırakıcı sonların, dilin yetkin bir şekilde kullanımının önemine dikkat çekiyor. Aslına bakılırsa Müstecaplıoğlu'nun "GİO Ödülleri: Bir Hayalin Peşinde" başlıklı bu beş sayfalık yazısı, sadece bilimkurgu, fantastik, korku alanında değil genel olarak kurmaca metinlerin oluşumundaki yapıtaşlarını haftalarca süren yaratıcı yazı atölyelerinden belki de daha iyi özetliyor.

 

Ödüllere adını veren, Türk sinemasına yapım, yönetim, yazarlık hatta oyunculuk alanında yeri doldurulamayacak bir emeği geçmiş olan ülkemizin 'karanlıklar prensi' Giovanni Scognamillo'yu kitabın başında bir kez daha tanıdıktan ve Kutlukhan Kutlu'nun ödüllerin, yaratmanın doğasını dair Cheshire kedisinden ilham alarak özgün bir şekilde anlattığı yazısından sonra ülkemizde bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatı alanı adına beklediğimizden daha çok umutlanmamız gerektiğini kanıtlayan genç öyküleri okuma şansı ediniyoruz. Her biri yaratıcılık anlamında birbirinden özgün nitelikler taşıyan bu öykülerin en dikkat çekici özelliği aynı zamanda editörlerin de altını çizdiği şekilde dil kullanımlarının son derece rafine ve bu rafinelikten doğan bir güzellik içermeleri. Edebiyat icraamızda dili etkili bir şekilde kullanmak adına çoğu zaman gevezeliğe ve süslü bir anlatımın yanıltıcı cazibesine kapılan genç yazarlarımızın aksine bu öykülerin yazarlarının mevzubahis edebi türün klasikleşmiş yazarların dilini özümsediklerini, onları taklit etmeden kendi dillerini de oluşturduklarını rahatlıkla ve memnuniyetle söyleyebiliyoruz. Aynı başarılı özümsemeyi, klasik yazarlara, sinemaya ve popüler kültür yapıtlarına yaptıkları göndermelerde de görmek mümkün.

 

Hayal gücünün sınırları genişliyor

 

Örneğin yarışmada birincilik ödülü alan Gülbike Berkkam'ın yazdığı "Balanka Olmak" adlı öykü, dehasını kıskandığı bir yazarın zihnini ele geçirmeye çalışan bir yazarın yaşadıklarını konu edinirken ister istemez 1999 yapımı, Charlie Kaufman'ın senaryosunu yazıp Spike Jonze'un yönettiği unutulmaz Being John Malkovich/ John Malkovich Olmak filmini anımsatıyor. Ne var ki öykü, filmin orijinal fikrinden bilinçli olarak etkilense de etkilenmese de benzerlik gösteren bir fikrin gerek yerelleştirilerek gerekse özgün bir olay örgüsü eşliğinde lezzetli bir şekilde evrimleşmesine bir örnek niteliğinde.

 

Benzer bir durum, Başarı Ödülü alan Gürkan Uluçhan'ın "Morgue Sokağı'ndaki Morgda Yaşananlar" adlı öyküsünde de kendini gösteriyor. Başlığından da anlaşılacağı üzere Edgar Allan Poe'nun Morgue Sokağı Cinayetleri'nden "el alan" öykü, korku filmi klasiklerine şık göndermeler de yaparak morgçu bir kız ve bir hastabakıcı arasında geçen ilişki üzerinden, ölüme, gündemimize de oturan "nekrofili" kavramına, aşka dair damağımızda unutulmayacak bir edebi lezzet bırakıyor. Görsellikten güçlenen atmosferiyle zihnimizde bir sinema perdesi açıyor ki edebiyat metnindeki sinematografik özellik kitaptaki çoğu öyküde de kendini gösteriyor. Zihninizde oluşan görsel dünyayla sınırlı kalmayıp bu öyküleri gerçek sinema perdelerinde göresiniz geliyor. Tam bu noktada, GİO Ödülleri'ne katılmış çizimlerin başarısına dikkat çekmeli ve onların arasından seçilmiş örneklerin kitabın tasarımına katkıda bulunduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Belki ilerleyen yıllarda bu çizimleri kitabın içinde, öykülere eşlik ederken de görebiliriz.

 

Özellikle korku sinemasında son yıllarda ülkemizde baştacı edilen ve artık kabak tadı vermeye başladığını söyleyebileceğimiz İslami motiflerden beslenme eğilimi bu öykülerde neredeyse hiç karşımıza çıkmıyor. Korku unsuru yakalamak için elimizde halihazırda bulunan inler, cinler, periler, lanetler paketine ihtiyacımız olmadığını kanıtlayan, hayranlık uyandırıcı öyküler var bu kitapta. Sevgi Saygı'nın "Bebek" adlı öyküsü ve Mehmet Berk Yaltırık'ın "Kumarcı Bahattin"i hem tarihsel anlatıdan hem gelenekten beslenen hem de çağdaş olabilen güzel ve akılda kalıcı örnekler. Ali Aslankan'ın "Doğum" adlı öyküsü "En güzel kadın ölü kadındır" gotik düsturunu hatırlatacak bir şekilde bir Ophelia güzellemesi, tüyler ürpertici güzellikte bir aşk hikayesi. Belma Fırat'ın "Duygudaşlık Terörü", Ümid Gurbanov'un "İntihar Odası", Nihan Sayın'ın "Araf" adlı öyküleri ise akıllıca ve zarif sistem eleştirileri sunarak son derece özgün, distopik bilimkurgu denemeleri.

 

Tıpkı editörlerin bu seçmeyi hazırlama sürecinde zorlandıkları gibi, bu yazıda da kitaptaki öykülerin hepsine ayrı ayrı yer verememek içimize sinmiyor. Verdiğimiz örneklerle ayırt edici özelliklerini sunmaya çalıştığımız bu öykülerin sadece bilimkurgu, fantastik ve korku alanı gibi Türk edebiyatında şimdiye kadar öksüz kalmış bu türe katkı sağlamakla kalmayıp genel olarak yazın dünyamızda kurmacanın ve hayal gücünün sınırlarını zenginleştirmek adına dikkate alınmaları gerektiğini söylemek hiç abartılı olmaz. Bu anlamda FABİSAD'ın "fantastik eylemleri"ne şapka çıkarıyor, onları destekleyerek eylemlerinin devamlılığını diliyoruz.

 

* Görsel: Olga Müstecaplıoğlu, Mert Tugen

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.