Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Halının altına süpürülenler



Toplam oy: 918
Adam Philips // Çev. Selin Siral
Metis Yayıncılık
Adam Phillips psikanalizden olduğu kadar edebiyat ve tiyatrodan da yararlanıp içimizdeki halının altına süpürdüklerimize ulaşmaya devam ediyor.

Bazı kitaplar hakkında yazmak çok zordur. Bir müddet o kitapla yaşamanız, onu öncelikle zihninizde, sonra belki çantanızda taşımanız, kitap elinizdeyken uyuyakalmanız, belki sabah ilk iş tekrar onunla günaydınlaşmanız gerekebilir. Bu yoğun ilişkiyi hak eden kitap ise, Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine (1996), Tekeşlilik (1997), Dehşetler ve Uzmanlar (1998), Hep Vaat Hep Vaat (2007) gibi sevilen kitapların yazarı psikanalist Adam Phillips’in son kitabı Kaçırdıklarımız (Yaşanmamış Hayata Övgü). Kitabın alt başlığı tatminsizlik, arzu, arzunun diyalektiği, arzunun doyurulamaması gibi konuları düşündürmesi açısından oldukça önemli görünüyor.

 

Hayatımız boyunca arzuların tatminini yakalamaya çalışırken ve aslında arzunun doğası gereği, buna hiçbir zaman gerçek anlamda ulaşamazken, yoğun bir hüsran duygusuna kapılabiliyoruz. Çünkü ulaştıklarımız, bize hiçbir zaman yeterli gelmiyor. Bir türlü doyuma ulaşamıyoruz: “Yaşadığımız pek çok tatminin farklı hüsran biçimleri vardır. Hüsranımıza müsamaha göstermeyi beceremediğimiz için kifayetsiz haz düşkünleri durumuna düşeriz. Kulağa fısıldanan sözlere paye verir, kendimize bunları yutturur, mahrumiyetten tatmin sağlar, hüsranımızı telafi etmekte başarısızlığa uğrarız. Peşinde olduğumuz takasları net bir biçimde resmetmekten geri dururuz. Hakiki tatmin, gerçek tatmin, doyurucu tatmin yaşadığımız hüsranların anahtarı, hissettiğimiz yoksunluğun doğasını anlamamızı sağlayacak ipucu olmalıdır.” 

 

Oysa ihtiyacımız olan şey, yazarın da dediği gibi, “kavrayamadığımız şey ve onu kavrayamamamızın önemi hakkında bir şeyler bilmektir. Kavranamayan ‘şey’ yine bir arzu nesnesidir. Onu istediğimiz için kavramak isteriz.” Psikanaliz, bu yüzden işlevsel ve önemli. Sadece görünenle yetinmiyor, görünmeyen şeye de odaklanıyor. Sadece söylenenle değil, söylenmeyenle de ilgileniyor, sadece kavranan şeylerle değil, kavranamayanlarla ve neden kavranamadıklarıyla da uğraşıyor. Bir şeyden kaçmanın, başka bir şeye koşmak olduğunun idrakiyle davranıyor. Bir yerde aşırı bir durum varsa onun tam zıttını ele alıp, iki ayrı uç arasında kişiye özgü bir simetri elde etmeye çabalıyor. 

 

“Kendini bırakma ve bırakılma ile bilgi eksikliği arasında çocukluktan gelen bir bağ bulunur. Zizek’in tabiriyle ‘aşırı yorum tutumu’, benim ‘kavrayamamak’ dediğim şeyin yarattığı korkuya kendi kendine bulunan bir devadır. Aşırı yorum, intikam alırcasına kavramaktır. (...) Başlangıçta kavramak, kavrayamama özgürlüğüne erişebilmemizin tek yoludur. Başka birini bilme/tanıma yanılsaması o kişiyi bilmeme/tanımama ihtimalini, özgürlüğünü, onları bilmeyerek/tanımayarak onlarla başka bir şey yapabilme özgürlüğünü yaratır.”

 

Bu sınırlı satırlarda belki uzun uzun açıklamak mümkün değil ancak insanların bir şeyleri bilme hakları olduğu kadar, bilmeme hakları da vardır. Kendilerine dair, ötekine dair, hayata dair. Ve bu hakka saygı duyulması gerekir. Adam Phillips bu konuyla ilgili düşünmemizi teşvik eder nitelikte şu satırları aktarıyor bizlere: “Bilmenin yanı sıra bilmemeyi de öğrenebilir miyiz ve bundan nasıl bir fayda doğar? Ya da hayatlarımızın hangi alanında bilmemek, kavrayamamak bize durgunluk değil de canlılık katar? Kavramak ya da kavrama isteği hangi zamanlarda zihnimizin ufkunu daraltır?”

 

Adam Phillips psikanalizden olduğu kadar edebiyat ve tiyatrodan da yararlanıp Kaçırdıklarımız (Yaşanmamış Hayata Övgü) kitabında hüsran, kavrayamamak, yanına kâr kalmak, çıkıp gitmek, tatmin gibi başlıklar altında ve Lacanian ifadelerle hayatın didiklenmemiş yanlarına usulca sokulmaya, içimizdeki halının altına süpürdüklerimize ulaşmaya ve aklımızı karıştırmaya devam ediyor. 

 

Farklı bir bakış açısı sunması açısından kitaptaki en ilgi çekici bölümlerden biri kitabın sonundaki bir ekte beliriyor: Deli Rolü Yapmak Üzerine. Bu makalede Adam Phillips kitaptaki diğer tüm başlıkları harmanlayıp muazzam bir bitiş yaşatıyor okuyucuya. Önce “deli” kelimesini mercek altına alıyor; “Birinin deli olduğunu ne düşündürür bize? Aklımıza bu kelimenin gelmesine sebebiyet verecek ne tür bir kimlik performansı sergilerler? Neden ‘gaddar’, ‘gürültücü’, ‘rezil’, ‘vahşi’, ’tuhaf’, ’suskun’, ’heyecanlı’, değil de ‘deli’?” Deliliğin, teatrallikte nasıl bir görünüşe büründüğünü anlatıyor. Gerçek delilik ve deli rolü yapmak üzerine ilginç bir düşünce ziyafeti ortaya koyuyor. Kral Lear, Macbeth ve Bir Delinin Hatıra Defteri eserlerinin kahramanlarına göndermelerde bulunuyor. İlaç piyasasının belirli dönemlerde nasıl moda hastalıklar icat ettiği yönünde bir sorgulamaya davet ediyor bizi. 10 sene önce tüm çocuklar Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanısı alırken, şimdilerde en moda olan tanı yetişkinler için bipolar ve anksiyete bozukluğu oldu. Bu bağlamda yazarımız psikiyatrinin son moda hastalıklar oluşturarak, ilaç piyasasını nasıl desteklediği yönünde de cesur eleştirilerde bulunmaktan kaçınmıyor. 

 

Kitapla ilgili son sözü yine Adam Phillips’e bırakalım: “Bu kitaptan ne çıkarıyorsunuz değil, bu kitap sizi neyin içinden çekip çıkarıyor? Okumak –kelimenin en iyi anlamıyla- bir tür kaçınmacılıksa, o zaman insan okuyarak neyden uzaklaşmak istediğini keşfedebilir demektir.”

 

 

 


 

 

* Görsel: Erhan Cihangiroğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.