Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayalet kataloğu



Toplam oy: 750
Grady Hendrix // Çev. Feyyaz Şahin
Zodyak Kitap
İyi bir korku edebiyatı eserinin yapacağı gibi, gerçek hayaletlerin kim olduğunun ya da hayaletlerin gerçekliğinin tartışıldığı bir metin var karşımızda.

J. G. Ballard, Öteki Dünya adlı romanında bir AVM’yi yadırgatma aracı olarak kullanmış, kapitalizm eleştirisini gizemli bir öyküye yedirmişti. Gündelik yaşamımızın büyük bir parçası olan AVM’ler tekinsiz bir mekan olarak resmedilmiş, kitle kültürü ile bireysel korkular arasındaki çizginin o kadar da kalın olmadığı gösterilmişti bu romanda. Böylece Ballard, modern zamanların rahatsız edici bir portresini ortaya çıkarmıştı. Daha önce fantastik kurgu ve bilimkurgu romanlarına imza atan Grady Hendrix’in Horrorstör adlı romanı ise, tüketim odaklı dünyamızı eleştirmek bağlamında Ballard’ın Öteki Dünya’sını çağrıştıran, mekan olarak kendisine bir perakende zinciri mağazasını, ancak alan olarak klasik korku edebiyatını seçen bir eser.

 

Bugün Türkiye’de de gayet yakından tanıdığımız bir mağazanın benzerini, bir hayalet öyküsünün mekanı olarak tasarlamış Hendrix. Bu, sadece öykünün temasına ilişkin bir tasarım değil, aynı zamanda görsel anlamda da benzer bir yaklaşım barındırıyor. Horrorstör’ü elimize aldığımızda, bu romanın görsel tasarımının ve mizanpajının adeta bir katalog gibi hazırlandığını görmek mümkün.

 

“Orsk’a hoş geldiniz!” diye başlayan, “kendiniz… seçin!”, “kendiniz… taşıyın!”, “kendiniz monte edin!” diye devam eden, sipariş formunu içeren bölümlerle açılıyor kitap. Her bölüm bir ürünün ismi ve resmiyle başlıyor. Öykü ilerledikçe o ürünlerin rastgele seçilmediklerini, öyküyü tamamlayan unsurlar olduklarını, hatta romanın özellikle ikinci bölümünde bambaşka bir biçim kazandıklarını görüyoruz. Baştan sona kadar bu formu bozmayan tasarımın eşliğinde ise Orsk adlı mağazaya musallat olmuş hayaletlerin sürükleyici öyküsünü anlatıyor Hendrix. Elbette iyi bir korku edebiyatı eserinin yapacağı gibi, gerçek hayaletlerin kim olduğunun ya da hayaletlerin gerçekliğinin tartışıldığı bir metin var karşımızda.

 

Romanına, “Gün yeni yeni aydınlanıyordu ve zombiler park yerinden çıkıp sarsak adımlarla uzak uçtaki bej rengi devasa kutuya doğru ilerliyordu. Çok geçmeden yüksek dozlarda Starbucks ile yaşama döneceklerse de o an için hepsi yaşayan ölülerden ibaretti,” cümleleriyle başlayan Hendrix, bizi önce “zombi” sözcüğüyle doğaüstü bir anlatıya davet edermiş gibi yapıp, hemen ardından da, aslında mağaza personelinin zombileşmiş hallerinden bahsettiğini göstererek, kapitalizmi korku edebiyatının unsurları aracılığıyla eleştireceğinin sinyalini vermiş oluyor. Gerçi doğaüstünün alanına, ilerleyen sayfalarda giriyoruz ama bu eleştirel duruşun gölgesinden ayrılmıyoruz. Romanın asıl kahramanı olan ve öykü ilerledikçe gotik bir mekana dönüşecek Orsk’u da ilk sayfadan şöyle tanımlıyor yazar: “İyi tasarlanmış yaşam tarzlarını Ikea’nın altında fiyatlarla sunan, İskandinav taklidi ama her şeyiyle Amerika’ya özgü bir mega mağaza…”

 

Sıradan bir günde başlayan sıradışı olaylar zincirinin büyük bir kısmı, başka bir deyişle romanın büyük bir bölümü tek bir gün içinde geçiyor. Önce arızalar baş gösteriyor mağazada, sonra faili meçhul duvar yazıları. Personelin kıdemlisi Basil ve onun altında çalışan, hayatını değiştirebilmek için bir sebebe ihtiyaç duyan Amy, kendisini çalıştığı mağazaya adamış gibi görünen Ruth Anne, hayalet avcılığına meraklı Matt ve Trinity, bu maceranın başrolündeki karakterler. Amy, hem olayları hem de kendi benliğini çözmeye çalışan kahraman olarak öne çıkıyor ve diğer karakterlerden ayrılıyor. Romanın ilk cümlesinde Hendrix’in “zombi” olarak nitelendirdiği, kapitalizmin nesneleştirdiği tiplerden biriyken, öykünün finalinde bir özneye dönüşüyor Amy. Diğer yandan, yeni çağın alışveriş harikası, “Herkes için daha iyi bir ev!” sloganına sahip Orsk mağazasının geçirdiği dönüşümün öyküsünü de anlatıyor Hendrix.

 

Eskimeyen korku

 

 

Klasik korku edebiyatında mekanlar, özellikle de “ev,” metin içinde başkahramanla birlikte dönüşür, hayaletler üzerinden iletişime geçer, kimliği ve manası derinleşir. Burada da müşterilerinin “evi” olmak için tasarlanmış Orsk’un geçmişi ve geleceği arasındaki gerilimin, gizledikleri ve vaat ettikleri arasındaki kopuşun öyküsü çıkıyor karşımıza. Bu bağlamda Horrorstör, korku edebiyatının klişelerini bol bol kullanan bir roman, ancak bildiğimiz perili ev öyküsünü alıp, bir zincir mağazanın duvarları arasında yeniden inşa ediyor. Grady Hendrix, bunu yaparken 2000’ler ile 1830’ların tekinsizliğini tek potada eriten bir arka plan öyküsü anlatıyor. Orsk’un, müşterilerinin evlerine demonte bir şekilde girmekle kalmayıp, onların bizatihi evine dönüşme vaadinin arkasında, karanlık geçmişten gelen bir hapishane öyküsü kurgulayan yazar, korku edebiyatının temel unsurlarından “ev” metaforunu derin bir şekilde işlemeyi başarıyor. Böylece sadece klişeler aracılığıyla köklere selam göndermekle kalmamış oluyor ve korkunun, hem bir duygu hem de bir edebiyat türü olarak, henüz eskimediğini düşündürüyor. Günümüzün tüketim kültürünün temellerini mesele edinen ve dışarıdan bakıldığında bir ürün kataloğunu andıran Horrorstör, nihayetinde bir hayalet kataloğuna dönüşüyor. Son sayfasında ise tekinsiz ilan cümleleri, daha doğrusu bu romanın yadırgatması sonucu tekinsiz bir hal alan şu cümleler bekliyor bizi: “Asla durmuyoruz. Asla uyumuyoruz. Ve şimdi evinizdeyiz.” Bir kataloğun sonu, bir hayalet öyküsünün sonuna dönüşüyor böylece.

 

Orsk’un internet sitesinin ilanındaki bu cümleler, sadece mekanda sınırlı kalmayan, müşterilerin evine de giren sanal bir tehdidin habercisi gibi. “Nereye giderseniz, Orsk orada olacak,” derken, Hendrix bize mağazanın bir zincir olduğunu ve bizim de tüketim kültürünün bir parçası olduğumuzu hatırlatarak, ilk sayfadaki “zombi” benzetmesini yinelemiş oluyor ve bunun karşılığında korkudan kaçamayacağımızı tekrar vurguluyor. Başka dünyaların daima orada bir yerde olacağını ve o dünyaların öykülerinin bizim dünyamızı daima yerle bir edeceğini, bu hayalet kataloğunun son cümlesiyle, Orsk’u ziyaret etmenin “Başka bir dünyaya girmek gibi!” olduğunu söyleyerek pekiştiriyor.

 

Sonuçta Horrorstör bizi şu ikilemle baş başa bırakıyor: Bir gün gelecek, biz de bir katalogda yer alacağız; peki bir ürün mü olacağız yoksa bir hayalet mi?

 

 

 


 

 

* Görsel: Esra Kalay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.