Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayalleri zenginleştiren öyküler



Toplam oy: 824
Düşlerin İzinde, Türkçe edebiyat kapsamındaki farklı kanonlar göz önünde bulundurulduğunda, temsil ettiği türleri başarıyla göğüsleyen metinlere sahip.

“Gözlemlenebilen gerçeğin sınırlarını aşan fantastik tür hiçbir zaman hiçbir coğrafyada hoş karşılanmamış, bazen üvey evlat muamelesi görmüş, bazen görmezden gelinmiştir…” Önsözünü, bahsi geçen edebi türler için yapılan en tartışmalı yorum ve görme biçimi ile söyleyen Düşlerin İzinde adlı öykü seçkisi, benzer rüyaları gören ancak benzediği ölçüde özgür bir ifade gücü de kazanan on iki kuşu bir araya getiren heyecan verici bir çalışma.

 

Her kıta, her ülke ve her iklim başlı başına bir anlatı, bir gelenek… Formların sınırlayıcı biçimi bilimkurgu, fantazya, korku, polisiye gibi türlerin dinamiği içinde ağırlığını yitiriyor. Söylenemeyeni, anlatılamayanı görünür hale getiriyor, ona bir biçim, bir söylem gücü veriyor. Başka bir deyişle ihtiyacımız olan anlamı yaratmamıza olanak tanıyor. Yüksek edebiyat ligine asla gerçek bir liyakat ile yükselemeyen bu türler bize diğer yandan kaçınılmaz olanı, yani korkularımızı tedavi etmenin bir yolunu bularak, “yaşamayı başarmış çocuk”* lara dönüşeceğimizi de söylüyor. Çünkü tıpkı düşler gibi fantezi dünyamız da bizi “mutlaka değiştirir”*.

 

Düşlerin İzinde, aynı rüyayı görenlerin 2011’de bir araya gelerek kurduğu Fantastik ve Bilimkurgu Sanatları Derneği'nin (FABİSAD) düzenlediği ve kurumsallaştırdığı GİO Ödülleri’nde ödül alan, dereceye giren ve dikkate değer bulunan metinlerin toplandığı bir öykü seçkisi. GİÖ Ödülleri’nin temsil ettiği şey hem bahsi geçen türlere yaptığı müthiş katkılarıyla duayen Giovanni Scognamillo’nun adını sonsuzlaştırmak hem de bu türlerde üretenleri ve takipçileri bir çatı altında toplayıp, birleştirmek. Düşlerin İzinde bu anlamda, türlere yaptığı katkısı ve aynı zamanda üreticilere kendi sesini bulma konusunda yaptığı rehberlik ile FABİSAD’ın gelenekselleşen önemli çalışmalarından biri. 

 

 

Kitap, on iki öyküden oluşuyor. Kitaptaki öykülerin her birinin kendisine has bir dili, bir atmosferi var. Örneğin Bora Aşık’ın “Hasat” adlı öyküsünde bir çeşit Victor Frankenstein yaratımı söz konusu. Hem kayıp/yas duygusunu sağaltan hem de tanrısal bir gücü deneyimleyen dede karakteri, okuru toprak metaforuyla birlikte ürkütücü bir dişi bereketi fikriyle karşı karşıya getiriyor. Bitki/çocuk tasarısı bu anlamda, 1960 tarihli The Little Shop of Horrors adlı filmdeki kan ve insan eti yiyerek beslenen bitki fikriyle hoş bir fantezi yaratıyor. Erçin Sadıkoğlu’nun “Bekçi” adlı öyküsünde ise yerli Dexter Morgan’a morg araç gereçleriyle stilize ettiği ayinsel cinayet/cinnet mekanında rastlıyoruz. Bu yıl okurlarıyla buluşan Altay Öktem’in O Adam Babamdı adlı kitabındaki seri katil Haydar Bey kadar zeki ve acımasız birisi var karşımızda. Bu anlamda öyküde polisiye ritim gerilimle birlikte at başı gidiyor. Özgür Hamza’ya ait olan “Varlık” adlı öyküde ise ilginç bir fikir var. Bir ressamdan bahsediliyor, onun yaratıcı esinin biricikliğine atıfta bulunulurken diğer taraftan ressamın erkeksi bir kudretin hazcılığıyla kavuştuğu sanatsal ünden bahsediliyor. “Binmişim Bir Alamete” adlı öyküyle birinciliği kazanan İlyas Engiz ise bilimkurgu türünün imkanlarını, distopik bir gelecek tasarlamada etkileyici bir şekilde kullanıyor ve okura keyifli bir okuma pratiği vadediyor. Aslında zamanın ve coğrafyanın ruhunu, insanlığın ağrıyan, sızlayan sorunlarını güçlü bir söylemle okura gösterme gayreti, bilimkurgu gibi, fantazya gibi türlerin sınırsızlığı içerisinde aradığı zemini rahatlıkla yaratıyor kendisine. İlyas Engiz’in öyküsü bu anlamda çok başarılı bir kurguya sahip. Bununla birlikte tüm bu öyküler içerisinde kendi romansını hem içeriden/ev, hem de dışarıdan/sokak göstermeyi başarmış bir metin de mevcut. Belma Fırat’a ait olan “Kara Kedi” adlı çalışma bir arayış macerasını, bir daveti öngörüyor. Aşkın ve doğru zamanın, doğru zamanda orada olmanın bir ev kedisi ile bir sokak kedisinin sebepleri üzerinden karşı okumalarını yapıyor.

 

Altay Öktem ve Hakan Bıçakcı’nın yayına hazırladığı Düşlerin İzinde, Türkçe edebiyat kapsamındaki farklı kanonlar göz önünde bulundurulduğunda temsil ettiği türleri başarıyla göğüsleyen metinlere sahip. Bu metinlerin tamamının aynı ritmi yakalayıp koruduğunu, atmosfer yaratmak hususunda tekrarlara düşmeden özgün anlatım ve biçim arayışlarına sahip olduğunu söylemek ise abartılı olacak şüphesiz. Ancak sözü edilen türlerin Türkçe edebiyat içerisindeki yeri ve geleceği açısından önemli adımlar ve denemeler oldukları muhakkak. Durum böyleyken umut vaat eden isimlerin ve metinlerin gelmekte olduğu gerçeği ise heyecan verici.

 

Umut vaat eden bir diğer girişim

 

Bu umut vaat eden girişimlerden bir diğeri ise, ilki gerçekleştirilen Bilimkurgu Mikro Öykü Yarışması. Dijital bir uygulama olan Entropol Kitap’ın düzenlediği ve katılımcıların hayallerini 280 karakterle (2 adet tweet uzunluğunda) sınırladığı yarışmanın sonucunda, ilk 10’a giren ve jürinin beğendiği diğer tüm öyküler bir seçkide toplandı. Mottosu “mikro öykü bir ‘öz’ meselesidir” olan yarışmaya 353 öykü katıldı. Okurların dijital ortamdan ulaşabilecekleri bu seçki, öngördüğü biçim sebebiyle bir çeşit deneysel çalışmalar toplamı. Katılımcılar zaman yolculuğu, şekil değiştirme, uzay serüvenleri, distopik ve fütüristik gelecek tasarıları, beyin transferi gibi farklı konular üzerine inşa ediyorlar kurgularını. Bunu yaparken pek çok öykü, mizah duygusunu da kaybetmeden ortaya çok parlak fikirler koymayı da başarıyor. Dijital dünyanın yarattığı duygusal kuraklık, saldırgan tüketici pratikleri, yalnızlık gibi büyük çaresizliklerimizi bilimkurgunun, fantastiğin, yadırgatıcı olanın sınırsızlığında tedavi etmeye çalışıyor bu mikro öyküler. Bu anlatım biçimi, türler adına yaratıcı ilhamımızın giderek özgürleşiyor olmasıyla birlikte aktif birer twitter kullanıcısı olduğumuz, meselemizi ekonomi yaparak anlatabildiğimiz bir zamanın ruhuyla da izah edilebilir belki. Hal böyleyken, gelenekselleşmesi gereken önemli bir adım Bilimkurgu Mikro Öykü Yarışması… 

 

Ve başka dünyalar...

 

Yakın tarihlerde hazırlanan bir başka çalışma da yine FABİSAD’ın panoraması sayılabilecek, FABİSAD Almanak 2015 adlı seçki. Geçtiğimiz hafta e-kitap olarak tasarlanan ve dolaşıma giren kitap, derneğin çatısı altında toplanmış sanatçıların üretim ve yapıtlarından oluşuyor. Oldukça geniş ve renkli bir içerik yelpazesi olan çalışma, bilimkurgu, korku ve fantastik türlerine ilgi duyan ya da bu türlere şans vermek, tanımak isteyen okurlar için hayallerini zenginleştirecek öykü, çizim ve yazılardan oluşuyor.

 

Türün meraklılarının ilgisini çekebilecek daha eski bir çalışma da, 1998-2004 yılları arasında, TBD Bilişim Dergisi Bilimkurgu Öykü Yarışmalarında dereceye giren eserlerden seçilen öykülerin bir araya getirildiği Bilimkurgu Öyküleri adlı çalışma. Koray Özer’in derlediği ve Remzi Kitabevi’nden çıkan seçki, bu türlerde gerekli olan adresi bulamayan ya da yazmaya başlayacak/başlamış olan okur- yazar adaylarına başka dünyaların kapılarını aralama fırsatı tanıyor.

 

“Fantezi bir yolculuktur. Tıpkı psikanaliz gibi, bilinçaltı zihne yapılan bir yolculuk. Tıpkı psikanaliz gibi tehlikeli olabilir ve sizi mutlaka değiştirir.” Ursula K.LeGuin’in bu öngörüsü, yaşadığımız şu kayıp zamanlarda aradığımız şifanın reçetesi olabilir. 

 

* Ursula K.LeGuin

 

 

 


 

 

* Görsel: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.