Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hepimizin kuytuları var



Toplam oy: 906
Yalçın Tosun
Yapı Kredi Yayınları
Bir Nedene Sunuldum'daki öyküler, bir yanıyla kimseye anlatılmayan öbür yanıyla anlatıldıkça daha zehirli hale gelen gizlerin perdesini aralıyor.

Yalçın Tosun’un öykülerinde sürekli karşımıza çıkan, belli başlı temalar var: Çocukluk, aile ve cinsellik. Tosun, bazen kendisini bazen de karşısındakini anlatırken ilişkilerin tıkanışını resmedip bu üç temaya yöneliyor - ki aslında onlar, hepimizin hayatının bir şekilde en sıkıntılı noktaları. Fark ediyoruz ya da etmiyoruz ama durum bu. Tosun’un yeni öykü kitabı Bir Nedene Sunuldum’da da bu izlekler üzerinden yaşamı kuran veya kurulu olanı anlamaya uğraşan satırlar var. 

 

Bir Nedene Sunuldum’daki öyküler, bir yanıyla kimseye anlatılmayan öbür yanıyla anlatıldıkça daha zehirli hale gelen gizlerin perdesini aralıyor. Tosun, hepimizin kuytularının bulunduğunu göstermek istercesine yol alıyor. Onları ışıkla buluşturmak için doğru zamanı kolladığımızı ya da o vaktin hiç gelmediğini anlatmaya çabalıyor sanki. Bize mutlaka karşımızdakini tartıp hamlelerini çözmeye çalıştığımızı da hissettiriyor. Bunu bir bakışla veya bakışları kaçırarak, cinsellikle ya da cinsellikten uzaklaşarak, ağzımızı açarak veya hep susarak gerçekleştiriyoruz. Daha doğrusu, Tosun’un kahramanları böyle davranıp etraflarında olup bitenleri süzüyor.

 

 

Kitaptaki kahramanların, çoğunlukla dünyanın kenarında dolanan çocuklar olduğunu, dünyaya adım attıklarında ise kendi evrenlerinin sıkı bir kırılmaya uğradığını görüyoruz. Bahsi geçen çocuklar, duygularını bazen sümen altı ederek bazen de önünü ardını düşünmeden ortalığa saçarak çektiği yabancılığı yenmeye çabalıyor. Hal böyle olunca ortaya büyük bir karmaşa çıkıyor: “Sırttaki yük taşınmalı mı yoksa bir kenara mı bırakılmalı?” sorusu belirirken “mahrem dehlizler” de doğal olarak gün yüzüne çıkıyor. Güler misiniz, ağlar mısınız? Tabii bu da kesif bir çelişki, bir karmaşa ya da habire zorlanan ağır kapı gibi beli büken bir yük. 

 

Öykülerde, her ne kadar sağı solu kalabalık gibi görünse de, kahramanlar, önünde sonunda yalnız. Erotik anlarda da, yaşamın günlük akışı içinde de bu böyle. O yalnızlık, tüm kişileri bir biçimde keşfe zorluyor ama bulunanlar genellikle tedirgin edici oluyor. Bunun sonucu ise hem aile içinde hem de başka ilişkilerde başgösteren iletişimsizlik. 

 

Satırlarda gezindikçe Tosun’un, cinselliği ve erotizmi bir takıntı haline getirdiğini düşünebilirsiniz. Fakat metinlere biraz dikkat kesilince bu iki unsurun yaşanması veya yaşanamamasından doğan gerilimlerin anlatıldığını fark edebilirsiniz. Yani yazar, ruhumuzu çalkalandıran sıkıntıların yer aldığı bölgede turlarken bir bakıma şeytanın avukatlığına da soyunuyor. 

 

Bir Nedene Sunuldum’daki konu(lar) ağır. Tosun, bütün bunları en yalın haliyle anlatıyor. Öykülerin bu yapısı, her şeyi daha duru fakat bir o kadar da yıkıcı biçimde yansıtıyor. Metinlerin gücü de burada zaten.

 

 


 

* Görsel: Burak Dak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.