Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

'Hoşgeldin'i hak ediyor



Toplam oy: 1212
Serhat Poyraz
Kırmızı Kedi Yayınevi
Poyraz her şeyden önce romanın bir dil problematiği olduğunu kavramış. Romanda yoğun olarak kullanılan Osmanlıca, Farsça, Arapça sözcükler salt bir giydirme işlevi görmüyor.

Serhat Poyraz'ın ilk romanı Şehristan Rivayetleri ilk satırından son satırına kadar yazarın harcadığı emeği hissettiren romanlardan. Bir kuyumcu ustası titizliği ile uzun süre üzerinde çalışılmış, cümle cümle işlenmiş bir metin bu. İnsanın okuduğu metinde bu özeni hissetmesi, aynı zamanda yazarın okuyucuya duyduğu saygıyı da hissetmesi demektir bir bakıma. Poyraz belli ki roman sanatına gönül vermiş. Gönül vermek şarttır ama yetmez, aklını da eklemiş. Malum, roman evrenimizde çeşitli nedenlerle roman 'işi'ne gönül vermiş çok yazıcı var ama aklı da devreye sokabilen sanatçı sayısı nadir. Belli ki roman sanatı üzerinde de düşünmüş. Binbir şaşaa ile önümüze sürülen çalakalem yazılmış; yüzyıllar öncesini bugünün dili ve düşünce kalıpları ile anlatmaya kalkışan abuk subuk metinlerin roman etiketi ile çok satanlar listelerini işgal ettiği bugünlerde, o listelerde yer bulamaması başarısızlığının değil başarısının göstergesi olacaktır. Poyraz her şeyden önce romanın bir dil problematiği olduğunu kavramış. Romanda yoğun olarak kullanılan Osmanlıca, Farsça, Arapça sözcükler salt bir giydirme işlevi görmüyor. Eski bir dil kullanmanın böyle bir kolaylığı, cazibesi ve etkileyiciliği vardır. Dilinizi eskittiğiniz zaman, güzel ve farklı yazıyormuş izlenimi verebilirsiniz. Oysa nasıl anlattığınız kadar ne anlattığınız da önemlidir. Poyraz'ın dili göz boyamıyor, o dili sanki yıllardır kullanıyormuş, o dilde düşünüyormuş gibi doğal ve başarılı. Fakat şunu da belirtelim ki, bir başyapıttan söz etmiyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

Şehristan Rivayetleri kesin tarihi verilmeyen bir zaman diliminde (ancak romanda Piştov yaygın olarak kullanıldığına göre 17. yüzyıl olabilir) Konstantiniye/İstanbul'da geçer. Poyraz romana iyi bir başlangıç yaparak okuyucunun merakını tetiklemeyi ve konuyu açacağı noktaya kadar taşımayı başarmış. Rivayete göre kökü Konstantiniye'ye dayanan, Osmanlı döneminde de yaşamaya devam eden değişik loncalar varmış. Bu loncalardan birisi de dönemin bir tür mafya örgütlenmesi gibi düşünebileceğimiz kiralık katiller loncası imiş. Anlatının kahramanı Yavuz Ali adında ergenlik sınırında bir dilenci loncasının mensubu olan çocuk, katiller loncasının önemli üyelerinden Kara Agop tarafından romanın heyecanlı başlangıcını oluşturan olay vesilesi ile devşirilir. Yavuz Ali büyük bir titizlikle atılan her adımın, alınan her kararın titizlikle belgelendiği bu loncada uzun yıllar süren, farklı boyutları olan ciddi bir eğitim sürecinden geçecektir. Bu süreçte hocası Pencüyek isimli bir başka ilginç karakter olacaktır. Poyraz anlatısını yerinde müdahalelerle dallandırıp, daha sonra okuyucunun emek harcayarak bulması gereken bağlantı noktaları yaratarak katmanlar oluşturmaya çalışmış. Dolayısıyla birden fazla kahramanı olan bir hikaye var önümüzde. Romanın başlangıcında alıntılanan pek meşhur Mısırlı düşünür Meknûni'nin ölümü ve öldürmeyi sorgulayan paragrafı romanın bir tür entelektüel izleğini oluşturuyor. Yani fazla kafa yormak istemeyen okur için metin Bir Yavuz Ali ve Ali Cengiz ya da Kara Agop – Pencüyek macerası sunarken, daha meraklı ve kafa yormayı seven okur için başka katmanlar oluşturmaya çalışıyor. Bu çerçevede okurken dikkatli olmak, arada şöyle bir anılan ya da girip çıkan, masalı, hikayesi anlatılan karakterleri bir kenara not almakta fayda var. Yoksa Poyraz'ın üzerinde kafa yorduğu kurguyu çözemeyebilir, romanı bitirdiğinizde kafanızdaki soru işaretlerini gideremeyebilirsiniz.

 

 

 

 

Zaman zaman ritim sorunları var

 

 


Romanın anlatıcısı bize ilk sayfada şunu söylüyor: "Bu hikayeye kimileri inanmış, kimileri ondan ürkmüş, kimileri de gülmekten ölmüştür." Hikayenin ürkütücü olması bahsine pek katılmamakla birlikte, gülmek ya da eğlence bahsine katılıyoruz. Poyraz'ın bu zorlu metni, kuşkusuz zaman zaman ritim sorunları yaşansa da, genel olarak, keyifle yazdığını hissedebiliyor ve gerekli dikkati gösterirseniz bu keyfe, tabiri caiz ise hınzırlıklara ortak olabiliyorsunuz.

 

 

 

 

 

Ancak tüm bu saydığımız olumlu unsurların yanı sıra romanımızın temel sorunlarından birisi olan roman kahramanlarına, kişilerine derinlik kazandırılamaması, bir nevi üç boyutlu hale getirilememesi sorunu bu romanda da ortaya çıkıyor. Poyraz dil ve kurgu ile yoğun olarak uğraşırken kişilerini ihmal etmiş. Hikayemiz Yavuz Ali'nin, öldürme, can alma eylemini büyük bir sorun haline getirdiğini anlatmaya çalışıyor ama biz bunu, gerektiği şiddette hissedemiyoruz. Biz hissedemeyince Yavuz Ali'nin ne kadar hissettiğini sorgulamaya başlıyoruz. Beri yandan Kara Agop'da izlediğimiz değişimin nedenlerini, keza Pencüyek'in başına gelen olayın nedenini, kişiler arasındaki problemlerin kaynağını anlamakta güçlük çekiyoruz, hatta pek anlayamıyoruz. Romanın kadınsız bir evren kurduğu eleştirisini ise daha önce yapıldığı için sadece okuyucuya hatırlatmak amacıyla değinerek geçiyoruz.

 

 

 

Kuşkusuz bundan 300, 400 yıl önce yaşamış insanlarda bugünün insanının çelişkilerini, varoluşsal problemlerini arıyor değiliz ama roman kişilerini harekete geçiren dinamikler yeterli ağırlıkta vurgulanamadığı zaman hikaye kendi iç dinamiklerini kazanamayıp yazarın keyfi ile ilerleyen bir anlatıya dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya geliyor. Bu durum ise romandan ziyade çizgi romanı akla getiriyor. Malum, meşhur edebiyat eserlerinin çizgi roman uyarlamaları, yapısal zorunluluk nedeniyle derin kişilik tahlillerini es geçerek, o canlı kanlı, pişmanlıklarla, aşkla, kızıl ile karayla, suçla cezayla kavrulan kahramanları tıpkı çizginin iki boyutu gibi düzleştirir, o güzelim romanları basit bir Tom Miks, Texas macerasına dönüştürür. Poyraz'a, emeğine haksızlık etmek istemem ama metni okurken zaman zaman Şehristan Rivayetleri'nin harika bir çizgi roman olacağını düşündüm. Poyraz kişilerin tasvirini ihmal ederken İstanbul'un harika çizimlerini yapmayı başarmış sözcüklerin gücü ile. Kimbilir belki (şanslı olduğumuz bir konu) çok sayıdaki yetenekli çizerimizden birinin dikkatini çeker, ileride nefis çizimlerle bir çizgi roman uyarlamasını okuma şansı elde ederiz. Bir ilk roman için son derece başarılı olan Şehristan Rivayetleri ilgiyi ve hoşgeldini hak ediyor, gönül rahatlığı ile tavsiye ediyoruz.

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.