Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnce işleri görev bilen bir yazar



Toplam oy: 918
Haruki Murakami // Çev. Ali Volkan Erdemir
Doğan Kitap
Murakami'nin bugüne dek sık sık üzerinden geçtiği bir temanın, hiç olmadığı kadar ön plana çıktığı bir öykü derlemesiyle karşı karşıyayız: Kadınsız erkekler.

Eğer dünyaya gelişimizin bir amacı bulunsaydı, bence bu mutlaka kendimizi tanımak olurdu; yüreğimizde uyanan her duyguyu şefkatle kabullenmek ve belki de en önemlisi, yüreğimizin gerçek kapasitesini gerçekleştirerek neşeyle kanatlanabileceği bir hayat yaşamak... Dünyaya gelişimizin bir amacı var mı, bunu bilmiyorum fakat Haruki Murakami’nin bugüne dek bizim için kurduğu farklı dünyaların sıklıkla gösterdiklerinden biri de, “renksiz” ve mekanik bir hayatı sürdürürken yüreğinin varlığını bile unutmuş veya yüreğine kulak verdiği ilk beceriksiz denemelerinde öğrenme hevesini yitirmiş, hayatındaki insanların duygularına da en az kendisininkiler kadar yabancı karakterler oldu. (Çünkü, “Karşımızdakini sahiden görmenin, kendi içimize, ta dibimize kadar dosdoğruca bakmaktan başka bir yolu yoktur.”) Murakami bu karakterlere uyanmalarına, duyguların zenginleştirici gücünü fark etmelerine vesile olacak kayıplar ve bazıları fantastik ama hepsi yüzeyin ötesindekileri merak ettiren, daha fazlası için heveslendiren ve heyecanlandıran olaylar yaşattı. Bu, Zemberekkuşu’nun Güncesi’nde de böyleydi; Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları, Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Uyku veya İmkânsızın Şarkısı adlı romanlarında da... Ve şimdi, Murakami’nin sık sık üzerinden geçtiği bu temanın, hiç olmadığı kadar ön plana çıktığı bir öykü derlemesiyle –Kadınsız Erkekler ile– karşı karşıyayız.

 

Japonya’da 2014 yılında, Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’nın hemen ardından yayımlanan Kadınsız Erkekler, Türkçedeki versiyonu gibi yedi değil altı öyküyü bir araya getiriyordu. “Drive My Car”, “Yesterday”, “Bağımsız Organ”, “Şehrazat”, “Kino” ve “Kadınsız Erkekler” adlı öykülerin sonuncusu hariç hepsi, daha evvel Japonya’daki çeşitli dergilerde yayımlanmıştı. Kitaptaki öykülerin tümü henüz İngilizcede bulunmasa da, Koreceye, Çinceye ve Almancaya çoktan çevrildi. Yani diyebiliriz ki, Türkçe okuru Murakami’nin bu öykülerine ilk ulaşanlar arasında... Türkçedeki Kadınsız Erkekler, kitabın Almanca baskısı gibi, “Âşık Samsa” adlı yedinci bir öyküyü daha içeriyor.

 

Hep bu soğuk çoğul eki

 

 

Murakami bu öykülerde, âşık olduğu karısını kanser yüzünden yitiren bir adamı, kendisi kadınsız bir hayat sürerken arkadaşının hayatındaki kadına sırtını dönüşünü izleyen bir diğerini, saat gibi işleyen mekanik yaşamı bir kadına âşık olmasıyla "sıfırlanan" bir estetik cerrahı, seviştikten sonra ona binbir heyecanlı öykü anlatan Şehrazat'ı kaybetmekten korkan agorafobiği, karısı tarafından aldatılan ama ne kadar incindiğini fark etmeyen bir adamın kapısını çalan yüreğinden kaçışını, bir sabah uyandığında Gregor Samsa'ya dönüştüğünü gören böceği ve ilk aşkının öldüğünü öğrenince dengesini kaybeden bir diğer adamı anlatıyor. 

 

Yüreğini tam manasıyla açmaktan korkan erkekleri diğerlerinden ayırabilen bir algıya sahip olmasına, yüreğini açamayan insanların sebep olduğu yaraları tanımasına rağmen, bu insanlara sitem etmeyen ve küsmeyen bir yazar Murakami. Bugüne dek kurduğu hiçbir öyküde karakterlerini yargılama cüretini göstermedi; onlara hep saygıyla ve gözden kaçırdığı bir şeyler bulunabileceğine dair bir hassasiyetle yanaştı. Onları sevdi mi, içlerinden bazılarına öfkelendi mi buna ilişkin bir tahmin yürütmek güç çünkü hikayelerini yazmadan evvel taraf tutmayan bir sakinliğin ardına geçti hep. Olay örgüsü ve merak unsuru baskın biçimde göz önündeydi. Derlemedeki “Kadınsız Erkekler” adlı öykü, Murakami okurlarını heyecanlandıracak kadar bu tablonun dışında duruyor işte. Öyle ki, insan bunun bir öykü değil, bir zamanlar çok sevilmiş bir kadının ölüm haberini aldıktan sonra yazılmış bir ağıt olduğunu, Murakami’nin yüreğinin apaçık ortada durduğunu düşünüyor:

 

“Bir gün aniden sen de kadınsız erkeklerden olacaksın. O gün en ufak bir uyarı, küçücük bir ipucu vermeden; önsezi olarak hissettirmeden ya da içine doğmadan; kapını çalmadan, öksürerek haber vermeden; hiç beklemediğin bir anda seni bulacak. Bir köşeyi döndüğünde, aslında çoktan oraya varmış olduğunu anlayacaksın. Ama geriye dönmek mümkün olmayacak. O köşeyi bir kez dönünce, orası artık senin için mümkün olan tek dünya olacak. O dünyada sen kadınsız erkeklerden biri olarak anılacaksın, hep bu soğuk çoğul eki ile.”

 

Akıl sağlığımızı korumak için

 

Murakami’nin işlettiği barı kapatıp yazarlığa soyunduğu da, caz müziğe merağı da, The Beatles ya da Franz Kafka sevgisi de sır değil artık. Diğer kitaplarındaki gibi, Kadınsız Erkekler’de de özel hayatından bu izleri görmek mümkün. Türkçede İmkânsızın Şarkısı adıyla yayımlanan Norwegian Wood, ismini The Beatles’ın aynı adlı şarkısından alıyordu. Kadınsız Erkekler’deki “Drive My Car” ve “Yesterday” adlı öyküler de yine birer The Beatles şarkısı. (Ne mutlu ki, bu şarkılara erişmek artık daha kolay. Bildiğiniz gibi The Beatles şarkıları, çeşitli dijital müzik platformlarında da nihayet yerini aldı yakın bir zaman önce.)

 

Fakat kitapta “Kadınsız Erkekler”in ardından öne çıkan diğer öykü bunlardan biri değil, yazarın Kafka sevgisini de hatırlatan “Âşık Samsa.” Bu öyküde insanın, "Kolayca zarar görebilecek bir bedenle (üzerinde ne onu koruyan bir kabuk, ne de saldırmak için kullanacağı bir silah vardı), bu dünyada yaşamayı nasıl becerdiği” sorusuna yanıt arayan bir böceğin izinde, Murakami’nin Dönüşüm’ü nasıl dönüştürdüğünü, bu öyküyü kitabın genel temasına nasıl bağladığını keyifle takip ediyoruz. Yazarın politik meselelere temas etmediği için Nobel’i ıskaladığına ilişkin söylentileri hatırlayın, “Âşık Samsa”da Murakami’nin bu duruma nasıl baktığına dair bir ipucu yakalamak da mümkün: “‘Garip, değil mi?’ dedi kız düşünceli bir şekilde. ‘Dünya yerle bir edilirken, kilidin kırılmış olmasını dert eden, üstüne üstlük onu tamir etmeyi kendine görev edinen insanlar var. Düşününce bu tuhaf bir şey. Sen de benim gibi düşünmüyor musun? Ama belki de böylesi daha iyidir, aksine doğru olan budur. Dünya yerle bir edilirken bile, insanlar bu tür ince işleri görev bilip, vazgeçmeden emek veriyor böylece de akıl sağlıklarını koruyabiliyorlardır belki de.’"

 

 

 


 

 

* Görsel: Naz Tansel

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.