Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnsanlığın yok oluşunun şerefine!



Toplam oy: 966
Giovanni Papini /// Çeviren: Sinem Carnabuci
Monokl Yayınları
Uygarlığın bir maskeden oluştuğunu anlatmak için sayısız öykü kaleme alan bu yazarı ve eserini övmek için yapabileceğimiz en manidar hareket, şapkamızı değil maskemizi çıkarmak olurdu herhalde.

Bize, “Yaşadığınızı hatırlayın, medeni hayvanlar!” diye seslenen, öykülerindeki absürt ve eşi benzeri olmayan kahramanlarla, fantastik mekanlarla, akla hayale sığmayacak fikirlerle, hiçliğe, ölüme ve yok olmaya dair karamsar felsefesiyle bizi ters köşeye yatıran Giovanni Papini, modern insana tokat atan kurgucuların başında gelir. Dostoyevski’den Maupassant’a, Oscar Wilde’dan Joris-Karl Huysmans’a kadar birçok yazarın attığı tokatlardan en sertini yüzümüze çarpar Papini. Çökmekte ve yok olmakta olduğu gibi bunun farkına varmamakta da ısrarcı olan insanlığın son nefesi duyulur onun öykülerinde. Bazen sıradan yaşamın ne kadar anlamlı olduğunu da anlatır birkaç yumuşak ve hafif öyküsünde, ama yaşama, benliğimize, uygarlığımıza sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatan öyküleri, en karanlık, en ölümcül ve kimi zaman da en mizahi olanlardır.

 

Kendine özgü iğneleyici ve mizahi bir eser olan Gog’un da yaratıcısı olarak tanıdığımız Giovanni Papini’nin 1900’lü yılların başından 1950’li yılların ortasındaki ölümüne kadar yazdığı 110 öyküye sahne olan iki ciltlik Düşsel Konçerto, yazarın elli yıllık edebiyat kariyerinin ve öykücülüğünün bir manifestosu niteliğinde. 2012’de yayımlanan ve yazarın yirmili yaşlarında kaleme aldığı 40 öykünün bulunduğu ilk cildin ardından geçtiğimiz günlerde yayımlanan ikinci cilt, ilkine göre daha kalın bir eser değilse de 70 öykü barındırıyor. Bu da bize bu tuhaf ve üretken yazarın yaşlandıkça daha kısa öyküler yazdığını kanıtlıyor. Öyküler kısalsa da, Papini’nin alaycı, mizahi, eleştirel, karamsar tutumunun değişmediğine ve yazarın yirmi yaşındaki sözünü esirgemeyen tutumunun yetmiş yaşında da devam ettiğine tanık oluyoruz.

 

“İtalya’nın Poe’su”, “düzyazının Dante’si” yakıştırmaları yapılan Giovanni Papini’yi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, kelimeler yine de yetersiz kalıyor. Geçmişi yeniden kurgulayarak anlatan çılgın bir tarihçi mi, gelecekten haber veren ve modern insanı uyaran bir kahin mi, yoksa bugün aramızdaymışçasına ama yeraltından yazan hayalperest bir gerçekçi mi? Peki ya Düşsel Konçerto için ne diyebiliriz? Bir tuhaf karakterler ansiklopedisi ya da acayip diyarlar rehberi mi?

 

Papini’nin eseri, tekrar tekrar okunabilecek bir derleme, çünkü genellikle bir fikir çevresinde yazılmış öykülerden oluşuyor. Birbirine bağlı olayların peşinden gitmekten ziyade, son derece tuhaf ve ters köşeye yatıracak bir fikir bulup onu işliyor Papini. Bu nedenle de öyle kolay unutulacak öyküler değil bunlar; bir süre sonra tekrar okuyup adeta kaynak bir kitap olarak başvurabileceğimiz anekdotlar. Kültür tarihine eleştirel yaklaşan denemeler olarak da bakabileceğimiz bu öykülerin işlediği konular, bize son derece renkli ama nihayetinde karanlık bir uygarlık portresi çiziyor. Onun kahramanları, uyumadığımız bir dünyayı düşlüyor, şairlere karşı yasa geliştirip şiirlerin yayımlanmasını yasaklamaya girişiyor, çocukların haklarını savunmak ya da görgü kurallarımıza karşı çıkmak için örgüt kuruyor, bir kediye insan gibi düşünmeyi öğretmeye çalışıyor, hayvanları yok etmek için dernek kuruyor, istediği şekilde bulutlar yaratıp gökyüzüne salabiliyor…

 

Bir de öykülerinin kahramanı olan fantastik mekanları var Papini’nin. Armuria adasında mutsuz olmak, Karseni krallığında ise sürekli birlikte yaşamak yasak. Giovaria’da alfabe ve yazı kullanmayan insanlar yaşıyor. Lausia şehrini bir şair, bir papaz ve bir filozof yönetiyor ve herkes, birbirinin aynısı olan maskeler takmak zorunda. Başka bir öyküdeyse herkesin ağladığı ama kimsenin bunun farkında olmadığı, umursamadığı bir dünyayı resmediyor Papini.

 

Papini’nin “Bir Hayaletle Söyleşi”, “İlk Marslı Raporu” ya da “Pallas ve Sentor” gibi öykülerinde fantastik unsurlar da yer alıyor, ama Düşsel Konçerto’yu bir fantezi edebiyatı eseri olarak görmek yanlış olur. Eğer illa bir kategoriye sokmamız gerekecekse, mizahın, yer yer melankolinin ama özellikle dekadan edebiyatın daha çok yer kapladığı bir eser olduğu söylenebilir. Uygarlığın, modern Batı dünyasının çirkinliğini, yozlaşmışlığını aşırı uç örneklerle tasvir eden Papini, insanın çöküşünü müjdeleyen durumları anlatmayı o kadar seviyor ki, adeta yok oluşumuzun şerefine kaleme almış bu öyküleri. Onun anlattığı dünya kesinlikle fantastik değil, tam tersine rahatsız edici derecede gerçekçi. Mutsuzların, katillerin, akıl ve ruh hastalarının, dengesizlerin, korkakların, sapkınların, insan görünümlü medeni hayvanların, takıntılı insanların, öldürmek için alet icat edenlerin, maskesiz sokağa çıkamayanların çoğunlukta olduğu bir dünya bu. Bu dünyanın tanıdık olmadığını ya da abartılı olduğunu kim söyleyebilir ki?

 

Birtakım akademik avantajlar



Kırk yıla yayılan bir süreçte yazılmış 70 öykünün yer aldığı bir derlemede, her öykünün de aynı derecede kayda değer olması beklenemez elbette. Düşsel Konçerto’da belli başlı öyküler, dil ve üslup temelinde olmasa da etkileyicilik söz konusu olduğunda diğerlerini geride bırakıyor. “Uyku Düşmanı”, “Şairlere Karşı Yasa”, “Çocukların Ayaklanışı”, “Görgü Reformu”, “Tembellik Kahramanı”, “En Büyük Yazar”, “Unutulan Centilmen”, “Son Ders”, “Grili Kahin” gibi öyküler bu konçertonun öne çıkan bölümlerinden bazıları.

 

Papini, uygar insanın içindeki yok edici canavarı her fırsatta eleştiren bir yazar olmasına rağmen, hayatıyla ilgili bazı gerçekler de onun bu entelektüel tutumuna gölge düşürüyor. Dönemin İtalyan faşistlerine yakın duruşu, eserlerinden birini Mussolini’ye ithaf edişi, hatta bu sayede birtakım akademik avantajlara sahip olduğuna ilişkin iddialar, Papini’nin edebi gücünü sarsacak nitelikte olsa da, bu ayrı ve uzun bir tartışma gerektiren bir konu.

 

Siyasi düşünceleri bir yana, Papini’nin Düşsel Konçerto’su karşısında şapkamızı çıkardığımızı söylersek, “Görgü Reformu” öyküsüne bakılırsa, Papini’yi mezarında ters döndürebiliriz, ki o da buna karşı çıkmazdı büyük ihtimalle. Uygarlığın bir maskeden oluştuğunu anlatmak için sayısız öykü kaleme alan bu yazarı ve eserini övmek için yapabileceğimiz en manidar hareket, ona şapkamızı değil maskemizi çıkardığımızı söylemek olurdu herhalde, çünkü “Maske Fabrikası” başlıklı öyküde de gördüğümüz gibi, “İnsanların gerçek yüzleri… genelde korkunçtur.”

 

 


 

 

* Görsel: Burak Dak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.