Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İntikamın taze eti



Toplam oy: 1744
Wayne Macauley
İthaki Yayınları
Wayne Macauley’ın tariflerini okurken dünyanın en medyatik aşçısı Gordon Ramsay ve dünyanın en sevimli aşçısı Ratatouille birlikte yemek yapıyormuş gibi hissedeceksiniz.

En son Jonathan Safran Foer’in Hayvan Yemek kitabını okuduktan sonra etlerle olan ilişkimi yeniden düşünmüş, aramıza biraz olsun mesafe koymaya karar vermiştim. Zira ne zaman bir kasabın önünden geçsem midem ağzıma geliyor, nefesim sıklaşıyor ve sanki yapılan bir canilikmiş, üstelik de benim caniliğimmiş gibi şiddetli bir kaçma hissi vuku buluyordu bünyemde. Hayvan Yemek bir bakıma tercihler üzerineydi. Ama Wayne Macauley’in Aşçı’sı kaçacak yeri olmayanların yolundan geçiyor…

 

 

 

Hikâye, 18 yaşındaki Zac ve kendisiyle birlikte ıslah edilmesi gereken on altı yaşıtının bir nevi kurtarma kampı olan aşçılık okuluna girdiği andan itibaren başlıyor. Okuduğunuz bizzat kendisinin günlüğü. Onun bozuk cümleleri ve hayata yarım bakışıyla Aşçılık Okulu’ndaki derslere katılıyorsunuz. Ve bıçağı hayatı boyunca yalnızca başkalarını tehdit etmek için sallayan çocukların yemek için bir şeyler doğradığı bir okuldasınız. Zac’in hayatının anlamını keşfettiği yerde yani; kurtuluşunu bulduğunu anlayan her genç insan gibi dört elle sarıldığı yemek yapma tutkusunun tam göbeğinde… Kesilen tavuğun akrabaları için hayıflanan bir çocukluktan en lezzetli kuzu etini elde etmek için azimle onları besleyen bir aşçı adayının satırları bunlar.

 

 

 

 

Wayne Macauley, bu keşif hikâyesinde, yemek tariflerini o kadar detaylı, o kadar incelikli anlatıyor ki kendinizi bir şefin yemek defterini okur gibi hissetmenizi sağlıyor. Ama bu öyle bir defter ki sanki dünyanın en medyatik aşçısı Gordon Ramsay ve dünyanın en sevimli aşçısı Ratatouille birlikte yemek yapıyorlar. Bu ne kadar normal bir tanım olduysa manzara o da o kadar normal işte. Detaylara biraz da Dexter atmosferi eklerseniz; bir kuzunun kesiminden başlayan macerası iç bulandırıcı ama merak uyandırıcı bir hal alıveriyor. Şaşkınlık verici bir şey değil, zira Zac bunları kafasında normalleştirdikçe siz de normal olduğunu var saymaya başlıyorsunuz (hem böylesi her zaman daha kolay değil mi). Ama bu yarı gotik yarı komik düğüm öyle bir noktada kopuyor ki bir süre sonra Zac’in çevresinde olan biten her şeye gözünü kapamış; önünde vuku bulan kaçışları, terk edişleri, şiddeti ve hatta ölümü bile görmezden geldiğini fark ediyorsunuz. Bu ucube reality show’undan uyandığınızdaysa Zac’i, tüm yoldaşlarının birer birer gittiği aşçılık okulunda tek başına ve hâlâ o mükemmel tatları yakalamaya çalışırken buluyorsunuz.

 

 

 

 

Hizmetten doğan güç

 

 

 

 

Aslında tüm bunların tek bir nedeni var: “gurur kaynağı” olma hissine karşı duyduğu güçlü istek. Bu yüzden duyduğu her şeyi çılgınca not alıyor kafasına. Eğitmen yardımcı şeflerin biri gidiyor biri geliyor. Fransız mutfağından fütürizm dolu bir Avusturalya-Çin mutfağına uzanırken aldığı her yeni bilgiyi bir sonraki tarifi için kullanıyor. Ya da şöyle diyelim: Hayatının bir sonraki adımı için… Yani bir şey istemenin ne demek olduğunu bilmediği zamanlardan kendi restoranını açmaya doğru attığı o koca adımlar için.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve bu yoldaki en büyük motivasyonu baş şefinin tanışma konuşmasındaki cümleleri:

 


 “Sloganınız hizmetten doğan güç! Ve neye boyun eğiyoruz? Toplumun zevklerine. Heveslerine. Aşırılıklarına.” İşte bunu yapacak Zac onlar için çalışacak. Aşçılık okulundan alınıp da bir evin özel aşçılığına getirildiği zaman da bunu unutmayacak, yalnızca onların kendisiyle gurur duyması için sanat eserleri yaratacak. Artık “ne yaptığını sanıyorsun sen” değil “ne istersin” diye soracaklar ona. Nihayetinde ona hayalini bile kuramadığı bir ortamı verdiler. Peki ya neden? O aileyi doyuran, mutlu eden onlara zevk veren vazgeçilmez bir şef mi? Yoksa aslında yalnızca sıradan bir hizmetçi mi?

 

 

 

 

Sistemin işleyişini sağlayan çarklarından biri olduğunuysa lüks semtin kasabından öğrenir Zac. Makinedeki ufak bir çark mıydı yoksa o çarkın dönmesini sağlayan makinenin kendisi mi? Severek yaptığı işin yalnızca başkalarına hizmet olarak görülmesi ne içindi? Buna isyan eden kasap da kendi markasını etlerin üzerine basıp müşterilerin daha fazla para vermesi için şişirmiyor muydu? Zac’in iç sesinde dağılan kelimeler, o görüşünü netleştirdikçe daha dik durmaya başlıyor. Konuşma/yazım tarzı üslubu günden güne değişiyor. Zac büyüyor ve siz buna neden olan şeylerle başa çıkmak zorunda kalıyorsunuz! Onun bu et pazarından alacağı intikamsa soğuk değil aksine kan dondurucu tazelikte… Wayne Macauley kapitalizmi masaya değil hâlihazırda kesilmiş etlerin oluşturduğu kanlı yığının üzerine yatırıyor. Herkesin herkese borcunun olduğu, paranın yetmediği yerde insan gücünün takas edildiği bir dünyada kendini kurtardığını sanan Zac’in gözünden…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.