Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İstanbul'un değişik zamanlarından “tuhaf öykü”ler


Zayıf
Toplam oy: 230
Ne zaman merak etseniz, aklınıza düşse, istediğiniz sayfanın istediğiniz maddesinden tekrar tekrar okuyabileceğiniz bir İstanbul kitabı...

İstanbul tarihçiler, edebiyatçılar, gezginler için bulunmaz bir kaynak. Hakkında yazılanlar, söylenenler ve hatta uydurulanlarla birçok esere ilham veren bir kent. Gerçi sadece “kent” kavramı İstanbul'u karşılamaya yetmiyor; şehir, kent, mekan, medeniyet vb birçok kelime İstanbul söz konusu olduğunda aklımıza gelenlerden.

Haldun Hürel’in yeni yayımlanan Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul kitabı, bir sözlük gibi düzenlenmiş; İstanbul'un tarihi dönemlerine, şahsiyetlerine, efsanelerine yer veriyor. Nitekim eser "Haydi İstanbul, Başla Konuşmaya!.." bölümüyle açılıyor ve "Maşa-Meşe-Köşe-Ayşe" ifadesinin kullanımından "Komutan Meryem Ana"ya kadar devam ediyor. Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul belki sözlük gibi maddeler halinde düzenlenmiş ama alfabetik bir sıra izlenmediğinden, onu istediğiniz sayfadan okumaya başlayabilirsiniz. Ne zaman merak etseniz, aklınıza düşse, istediğiniz sayfanın istediğiniz maddesinden tekrar tekrar okuyabileceğiniz bir İstanbul kitabı... "Sizlere, hiç tarih sırası gözetmeksizin, İstanbul'un yaşadığı bütün dönemlerden kısa kısa ve yer yer 'tuhaf' olan pasajlar aktarmaya çalışan bu kitabın amacı, gönüllerinizdeki İstanbul sevgisini, ilgisini ve tarih bilincini artırmak; sizleri çok derin bir kültür ve tarih geçmişine sahip bu güzide şehrin anılarında, bir o yana, bir bu yana savurarak gezdirip dolaştırmaktan ibarettir."

 

 

Çeşitli anılardan, haberlerden, tarihlerden, mektuplardan derlenen "öykü"lerle, Tuhaf ve Kısa Öykülerde İstanbul kitabını, popüler tarihçiliğin günümüzdeki ilginç örneklerinden biri olarak da okumak mümkün...  Gündelik hayatın ayrıntılarına da rastlıyoruz; örneğin "Beyaz Eldiven" maddesine bakalım: "Osmanlı ev-konak yaşamında öylesine sıkı sosyal kurallar vardı ki, kimse bu kurallara karşı bir harekette bulunmaz, ayıplanmaya uğramamak için de geleneksel hâle gelmiş bu yaşam kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışırdı. Özellikle Batılılaşmanın özentisi içine girilen 19. yüzyılın geç dönemlerinde, saray-konak literatüründe, aile çocuklarının 'baba', 'peder' yerine, 'beybaba', 'paşa baba' diye hitap etmeleri ayıplanırdı. Ebeveyne 'siz' demek bir alışkanlığa dönüşmüştü. Osmanlı sosyetesinde 'din-mezhep' konularını konuşmak da ayıp sayılmaktaydı. Kadınlar kartvizitlerine asla 'adres' yazmazlardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında da cemiyetin daha üst sınıflarındaki erkekler smokinlerine 'beyaz kravat' takmazlar, kadınlarsa 'beyaz eldivensiz' sokağa adım atmazlardı. Bu sosyal yaşam modellerini, varın günümüzün toplumuyla siz kıyaslayın!.."

Ayrıca her gün önünden geçtiğimiz tarihi eserler hakkında ilginç bilgiler de bulmak mümkün: "Beşiktaş Meydanı'nın gururu olan 'Sinan Paşa Camii', 16. yüzyılın meşhur kaptan-ı deryası olan Sinan Paşa tarafından, Mimar Sinan'a 1555 tarihinde yaptırılmış güzel bir eserdir. Bu paşa, yolun deniz tarafında kendisi için de bir türbe yaptırmıştı. Kaptan-ı deryalık görevinde pek çok başarı gösteren ve büyük bir şöhreti olan ünlü denizcimiz Barbaros Hayrettin Paşa, Sinan Paşa'dan önce hayata veda edince, paşa kendisi için Mimar Sinan'a inşa ettirdiği bu türbesini 'Barbaros adına' hazırlattı ve oraya defnedilmesini sağladı. Bugün cadde kıyısında gördüğümüz Barbaros Türbesi, aslında 'Sinan Paşa'nındı diyebilmek mümkün gibi görünüyor."

Kitabın bir diğer özelliği de, zaman zaman içinde ve sonunda albüm şeklinde İstanbul fotoğraflarının yer alması. Anlatılanlara paralel olarak fotoğrafların kullanılması okur olarak bahsedilenleri gözümüzün önünde canlandırmamızı kolaylaştırıyor. Ayrıca sonuna eklenen dizin de aranılanı hemen buluvermek açısından çok faydalı. Kısacası; İstanbul'un değişik zamanlarından “tuhaf öykü”ler okumak isteyenler için Haldun Hürel'in kitabı bulunmaz bir eser.

 

 

 


 

Görsel:  Petar Petkovski (Unsplash)

 

 


 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.