Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İtalyan “kara”sı



Toplam oy: 830
Massimo Carlotto // Çev. Çağrı Ekiz
Encore
Haydutun Aşkı, iyi ve sert bir siyasi polisiye örneği.

Hızlı başlayıp temposunu sürekli yükselten ve aynı hızla sonlanan bir roman okumak istiyorsanız Haydutun Aşkı tam size göre. İtalyan “kara roman” geleneğinin izini süren Massimo Carlotto, her yanı kirlenmiş bir dünyada ölüm kalım kavgası veren üç arkadaşın maceralarını anlatıyor.

1957 Podova doğumlu Carlotto’nun suç edebiyatına, edebiyatın karanlık tarafına ilgisi bizzat yaşadıklarıyla ilgili: 1976 yılında, henüz 19 yaşında bir üniversite öğrencsiyken karıştığı, daha doğrusu tanıklık ettiği bir olay nedeniyle -radikal sol bir örgüt mensubu olmasının etkisiyle- tutuklanmış ve cinayetle suçlanmış. Masum olduğunu ısrarla söylemesine karşılık, İtalya’nın o günkü siyasi atmosferinde 18 yıl hapise mahkum edilmekten kurtulamamış. O da firar etmekte bulmuş çareyi. İlk önce Fransa’ya, oradan da Meksika’ya gitmiş ama Meksika polisi tarafından yakalanarak İtalya’ya iade edilmiş. Uzun yasal mücadeleler ve hapishane yıllarından sonra 1993’te cumhurbaşkanı tarafından affedilerek özgürlüğüne kavuşan Carlotto’nun edebiyat kariyerindeki ilk romanı Il fuggiasco (“Kaçak”, 1995) otobiyografik özellikler taşır. Yazarın başından geçenlerin kara roman tarzında kurgulandığı hikaye, 2003 yılında sinemaya da aktarılmıştı. (Oyun yazarlığı da yapan Massimo Carlotto imzası, pek çok filmde -senaryo yazarı- olarak görülebilir.)


Timsah av peşinde

 

Carlotto’nun diğer romanlarının dışında, özel detektif Marco Buratti’nin -namıdiğer Timsah’ın- maceralarına yer veren bir dizi polisiyesi bulunuyor. İşte 2009 yılında yayımlanan Haydutun Aşkı, Marco Buratti polisiyelerinin beşincisi aslında.

Marco Buratti 40’lı yaşlarının sonuna gelmiş bir adam. Üniversite yıllarında kurdukları Old Red Alligators (İhtiyar Kızıl Timsahlar) grubunda vokal yaptığı yıllardan beri Timsah adıyla tanınıyor. Siyasi bir kaçağı evinde saklamak suçundan yedi yılını hapiste geçirmiş. Dışarı çıktığında hakikate ulaşma takıntısı lisanssız özel dedektiflik yapmasına neden olmuş. Ortaklarından Hafıza Max, eski bir öğrenci lideri. Diğeri ise 60’larına merdiven dayamış eski bir hırsız ve kaçakçı; olan Beniamino Rossini ya da İhtiyar Rossi... Timsah, bir yandan kaderin önüne serdiği tuzaklardan kaçarken bir yandan da oyuna devam etmeye çalışan, hayatta kalma oyununu yaşam tarzı haline getiren, kuralları takmayan ama vicdanının sesine kulak veren özgün bir detektif tiplemesi.

Timsah ve arkadaşları yaşamlarını beladan uzak durarak sürdürmeye çalışırken, İhtiyar Rossi’nin sevgilisi Sylvie’nin kaçırılmasıyla bir anda maceranın içine atılırlar. Olay 2004 yılında adli tıptan çalınan yüklü miktarda uyuşturucu ile ilgilidir. İşin bir tarafında polislerin olduğu çok açıktır ama diğer tarafta İtalya’yı, hatta Avrupa’yı ahtopot gibi sarmış mafyatik guruplardan hangisinin yer aldığı belirsizdir. Uyuşturucu ve kadın ticaretini kontrol etmek isteyen Sırp, Hırvat, Rus, Türk, Macar, Bulgar çetelerle birlikte pek çok ülkenin istihbarat servisinin de işe karıştığı, kimin kiminle dost kiminle düşman olduğunun konjonktüre göre değiştiği karmaşık ve kaotik bir suç dünyası vardır karşılarında... Timsah ve arkadaşları avcı olarak başladıkları yolculuğun sonunda av durumuna düşecek; Timsah bir kez daha hayatta kalma oyunu oynayacaktır...

Yeni dünyanın yeni suçları

 

Hikaye Marco Buratti’nin bakış açısından aktarılmış. Buratti 2004, 2006, 2008 ve 2009 yıllarındaki olayları anlatıyor. Ancak zaman akışı doğrusal değil, “filmi” ileri geri sararak oynatıyor detektif. Zamanın genişliğini, olayların çokluğunu ve çeşitliliğini az sayfaya sığdırmak için yapılan bu kurgu romana büyük bir hız kazandırmış.

Edebiyat sahnesine ilk ortaya çıktığında “Private Eyes” adı verilen “Özel Detektif” türde  “göz”e vurgu yapılması sebepsiz değildir. Detektifin gözü gezdirir okuyucuyu sokaklarda. Olup bitenler o gözün merceğinden, aslında detektifin dünya görüşü ya da hayat felsefesinden süzülerek aktarılır okuyucuya. Bu nedenle bakış açısı önemlidir. Massimo Carlotto’nun -Timsah aracılığıyla- kullandığı bakış açısı da Haydutun Aşkı’nı basit bir aksiyon/macera romanından farklılaştırarak siyasi ve toplumsal bir eleştiriye dönüştürüyor. Timsah’ın uğradığı haksızlıktan sonra “hakikate ulaşma takıntısı” nedeniyle özel detektifliği seçtiğini söylemiştim. Onun gözü hakikati arayan bir insanın gözü. Ne yazık ki gördüğü hakikatler hiç de iç açıcı sayılmaz: “Bu arada kuzeydoğunun iyi halli vatandaşları yaşlı anne babalarını kaçak göçmenlerin bakımına emanet etmekten ve evlerini pasaportsuz temizlikçilere temizletmekten geri durmuyorlardı. Laboratuvarlar, fabrikalar, bina, yol ve gemi inşaatları sınırı bir konteynerin içinde geçmiş ya da ölümü göze alarak tekneyle Akdeniz’i aşmış yasa dışı göçmenlerle doluydu. Kayıtsız işgücü imkân olduğunda hemen değerlendirilir, kriz dönemlerinde bile bu fırsat kaçırılmaz. Aynı mutlu vatandaşlar Nijeryalı fahişeleri, Brezilyalı viado’ları, Doğu Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş genç kadın ve erkekleri becermeye devam ediyordu. Tam bir “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” durumu. Bir yandan sokaklarda düzen istiyorlar, temizlik istiyorlar, diğer yandan durumu sonuna kadar sömürmeye çalışıyorlardı.”

Başta polis teşkilatı ve siyasetçileri olmak üzere İtalya’nın tüm kurumlarının yanı sıra toplumun ahlaki çöküntüsünü da ihmal etmemiş Carlotto. Çizdiği bu tablo sanıyorum kimseye yabancı gelmemiştir. Sorun artık İtalya ile sınırlı değildir; küresel çağda suçlar da küreselleşmiş, yoksulundan zenginine bütün devletler ve bütün toplumlar artık suç ortağı olmuştur. Massimo Carlotto işte böyle bir dünyada olumlu kahraman tipine yer olmadığının farkındalığıyla yaratmış Timsah ve arkadaşlarını. Yozlaşmış bir sistemde adaletin tesisini sağlamak için kuralları çiğneyen bu anti-kahramanlar, sahip oldukları vicdan ve adalet duygusuyla diğerlerinin yanında yine de “insan” kalıyorlar.

Kısacası Haydutun Aşkı, iyi ve sert bir siyasi polisiye örneği.

 

 


 

 

 

Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.