Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kabusa dönüşen Amerikan rüyası



Toplam oy: 1413
Amy M. Homes
Sel Yayıncılık

Amerikan çağdaş edebiyatının en çarpıcı ve kışkırtıcı kadın yazarlarından A.M. Homes, tartışmalara yol açan kitapları ve sıra dışı öyküleriyle tanınıyor.

 

 

 

 

1996’da yayımlanan en ünlü eseri The End of Alice (Alice'in Sonu)’de bir katille bir pedofili hastasını anlatan yazarın öteki romanları;  2006 tarihli Bu Kitap Hayatınızı Kurtaracak adıyla dilimize Duygu Günkut tarafından çevrildi, 1999’da yayımlanan Yangın Müziği, In A Country of Mothers (Annelerin Vatanı) (1993), Jack(1989). Öykü kitapları, Things You Should Know (Bilmeniz Gereken Şeyler) (2002) ve The Safety of Objects (Nesnelerin Güvenliği) (1990) adlarını taşıyor.

 

 

 

Roman ve öykü yazarlığının yanı sıra gazetecilik, senaryo yazarlığı ile uğraşan ve üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri veren A.M. Homes, aile yaşamını ve cinselliği anlattığı ilk romanı Jack ile büyük yankılar uyandırdı. Jack, daha sonra bir TV filmine de uyarlanarak daha geniş kitlelere ulaştı. 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın kısa öykülerinden oluşan kitabı The Safety of Objects (Nesnelerin Güvenliği), 2001’de sinemaya uyarlandı. The End of Alice (Alice'in Sonu)’in yayımlanmasından kısa süre sonra gazetelerdeki eleştirilerde A.M. Homes’un korkunç, karanlık ve aynı zamanda çok cesur yazdığı belirtildi,  hiçbir zaman güvenli oynamadığı, her an her şeyi yapabilecekmiş gibi başladığı ifade edildi. Gerçekten, A.M. Homes’un Yangın Müziği adlı romanını okurken de aynı duyguları yaşıyor insan. Geçen ay dilimizde ilk kez yayımlanan bu romanın neredeyse her sayfasında yazar okuruna şok üstüne şok yaşatıyor. The Safety of Objects (Nesnelerin Güvenliği) öyküsü içindeki karakterlerden Paul ve Elaine’in bu romana taşınmış oldukları ve burada da olayı sürükleyen ana karakterler olarak yer aldıkları dikkati çekiyor ayrıca.

 

 

Yazılı basın arşivlerine göre Yangın Müziği, ABD’de 1999’da ilk yayımlandığında takdirle karşılandı. The New York Times yazarı Gary Krist ; “Bir başladım sonuna kadar okudum. Homes’un yeteneğiyle kendimden geçtim.” sözleriyle duygu ve izlenimlerini dile getirdi. People Magazine ise romanı “rahatsız edici, tedirginlik veren” şeklinde nitelendirdi. Guardian’ın Things You Should Know (Bilmeniz Gereken Şeyler) için yazdığı “Komik ve ustalıklı. Havadan daha hafif rüyadan daha farklı ve değişik, hakikatten daha korkunç ve kalıcı bir şey.” sözlerinin içerdiği düşünceler Yangın Müziği için de geçerli. Özellikle “rüyadan farklı, hakikatin kendisinden daha korkunç” nitelendirmesi, Yangın Müziği romanı için aynen tekrarlanabilir.

 

 

 

 

A.M. Homes’un haberci ve gazeteci olması, gazetelerde gerçek yaşam hikayelerini işlemesi, romanları ve öykülerini bu yönden besliyor. Amerikan rüyasının bir kabusa dönüşümünü, toplumun aksayan aile yapısını, kadın erkek ilişkileri üzerinden, trajik ama son derece çarpıcı ve kışkırtıcı bir biçimde ele alıyor A. M. Homes. Yangın Müziği’nde ve öteki eserlerinde ABD toplumuna neşter vuruyor; bunu gerçekleştirirken aynı zamanda can yakıyor, iç sızlatıyor ve dehşete düşürüyor. Yazar, dokulara nüfuz etmiş irini akıtmadan toplumun iyileşmesi ve düzelmesinin mümkün olmayacağının bilinci içinde, bütün ikiyüzlülüklere tokat atarcasına ve cesurca yazıyor. Bir anlamda karanlığın, dipteki cehennemin bitişinden doğacak ışığa zemin hazırlamaya gayret ediyor.



Yangın Müziği, New York yakınındaki bir banliyöde yaşayan bir Amerikan ailesini, bu ailenin işlevsiz ve bozuk düzenini dile getiriyor. Cinsellik, seks, okuldaki şiddet, aile içi sadakatsizlik gibi konular etrafında şekillenen bu roman, yazarın en çok övgü alan kitaplarından biri. Romanda kurgulanan olayda, Paul ve Elaine evlenip güzel bir çevrede, geniş, bahçeli ve bakımlı bir evde, iki oğullarıyla birlikte, iyi komşular arasında, görünürde mutlu bir yaşam sürdürmektedirler. Paul’un her gün gittiği kentte iyi bir işi vardır; gökdelenlerin birinde 44. kattaki bir şirket ofisinde çalışan Paul, monoton çalışma yaşamı içinde, insanı köleleştiren sistemin çarkları arasında yer alır.

 

 

Elaine ise New York Üniversitesini bitirmiş olmasına karşın yıllar boyunca ev kadınlığı rolünü üstlenmiştir; oğulları ve kocasıyla ilgilenmeye; yemek, bulaşık, ütü, çamaşır, parti düzenleme, büyük marketlere gidip alışveriş yapma gibi rutin işlerle meşgul olmaktadır. Sık sık düzenlenen ev ve bahçe partilerinde komşular ailece bir araya gelmeye, böylece sıkıcı banliyö yaşamını kendilerince daha renkli hale getirmeye çalışmaktadırlar. Ruhların derinliklerine işleyen bir mutsuzluk kuşatmıştır herkesi. Özellikle odağa alınan Paul ve Elaine’in aile içi yaşamlarında da aynı mutsuzluk, bıkkınlık, anlamsızlık duygusu egemendir. İnanılmaz dağınık, düzensiz, laçka, bakımsız bir ev ve bu mekânın belirlediği dağınık, düzensiz, bozulmuş ilişkiler söz konusudur.

 

 

Aile içi yaşamlarında Paul ve Elaine’in son derece özensizce, birbirlerine saygı ve sevgi duygularını yitirmiş halde yaşadıkları dikkatlerden kaçmaz. Özensizlik, dağınıklık, savrukluk ve mutsuzluk evin her köşesinden fışkırır adeta. Cinsellik dürtüsel bir mekaniklik içinde, sevgisizce yaşanır karı koca arasında; bu cinselliğe sık sık şiddetin de eşlik ettiği görülür. Sakatlanmış ve çürümüş bir düzenin varlığı sezilir evin içinde. Çocuklar böyle bir ortamda yeteri kadar ilgi ve sevgi göremezler, onlar da fastfood ve aşırı tüketim çılgınlığı içinde yer alırlar bu çöküşün içinde. Yakalayamadıkları mutluluğun peşinde koşan ve bu mutsuzluklarını birbirlerine sık sık itiraf eden karı koca, evin içinde uyuşturucu içmekten, başka kişilerle birlikte olmaktan çekinmezler. Özellikle Paul’un anlık dürtü ve arzularına teslim olmuş cinselliği, ona mutluluk getirmediği gibi Elaine ile ilişkilerini daha fazla gölgelemekten başka bir işe yaramaz. Akıllarına eseni yapmaktan çekinmeden yaşamak, anlamsızlık ve boşluk duygularını çoğaltır sürekli. Ve bir gün inanılmaz bir olayı gerçekleştirirler; karı koca akşam yemeği için bahçede birlikte mangal yakmaya hazırlanırlarken aniden, sözleşmiş gibi bir anda evi yakmaya teşebbüs ederler. Sonrasında, yanmaya başlayan evi kendi haline bırakıp giderler. Çocuklarını yanlarına çağırıp bir otelde ve daha sonra da komşu ailelerin evlerinde kalmaya başlarlar.

 

 

Yangın olayı, karı koca için bir dönüm noktası olur; alevler söndürülmüştür ama yüreklerde harlayan tutkular, kötülükler alev alev yanmaya devam etmektedir. Polis ve sigorta şirketinin soruşturmaları, birlikte kaldıkları komşuların düzenli ve mutlu yaşamlarının arka planındaki karanlık noktalar, Paul ve Elaine’in çarpık cinsel tutkuların esiri olmaları… ve giderek çivisi çıkmış bir yaşamın içinde yer almalarını adım adım izleriz okurken.

 

 

Yangın, kişilerin içlerindeki cehennemi dışa vurduğu için romanda metaforik bir anlam yüklenir. Yangın sonrasında banliyöde yaşamın, insan ilişkilerinin iyice bayağılaşmış olduğu net olarak görülür, mükemmelliğin cilası altındaki çürüme ve yozlaşma derinden hissedilir; uç noktada bozuk kişiliklerin, derinliğini kaybetmiş insanların vicdan yoksunluğu ile tam anlamıyla bir dekadansa tanık olunurken adeta dipsiz bir uçurumun ürpertisi hissedilir. Akıllı, sağduyulu ve saygın görünen kişilerin akla uymayan, insani değerlerden yoksun yaşamı, dökülen cilanın ardından ortaya çıkan dehşet verici gerçeklerdendir. Hızlı ve monoton toplumsal yaşamın giderek kötücülleştirdiği bu aşınmış karakterlerin şiddet, uyuşturucu ve cinsellik sarmalında tükenişine tanık olurken aynı zamanda ilişkilerde saygı, sevgi ve dürüstlüğün tamamen yok olduğu bir cehennemi gözlemleme olanağı buluruz Yangın Müziği’nde. Romanın son sayfaları vicdani körelmenin doruk noktasına işaret eder;  şiddetin fütursuz bir biçimde medya malzemesi yapılmasını kanımız donarak izleriz.

 

 

Romanda görsellik ve sinematografik unsurlar, diyalogların etkili kullanımı, yazarın senaristlik yönünü de ortaya koyuyor. Olay anlatımlarının geniş zaman kipi ile gerçekleştirilmesi; roman kişilerinin damarlarında dolaşan monotonluk duygusunu vurguladığı gibi, aynı zamanda okuyanda bir “film hikayesi” izlenimi uyandırıyor.

 

Yangın Müziği, insanların dağılmış, parçalanmış, yozlaşmış ilişkileri üzerinden toplumsal sistemin eleştirisini gerçekleştiren bir roman. Sert, çarpıcı sahneler ve aynı sertlikteki üslup, romanın içeriğini net olarak ifade etmeye yarıyor. Uzun zamandan beri bu sertlikte bir roman okumadığımı ve insanı şoka uğratan böyle bir romanın, tüm iyi yaşam hayallerinin altına dinamit koyduğunu, bireyi sahteliklerle yüzleştirdiğini de belirtmek istiyorum. Küresel çapta yaşanan toplumsal çürümeye, güçlü bir ülkenin aynasından bakarak, ötekileştirdiğimiz bazı gerçekleri o aynada net olarak görmenin, yabancılaştırma yöntemiyle kendi toplumumuzu daha nesnel olarak gözden geçirme olanağı verdiğini de düşünüyorum. “Onlar”a yadırgayarak bakarken, bir bakıma “kendi” gerçeklerimize de yöneltiyoruz bakışlarımızı.

 

 

Küresel sosyoekonomik sistemin yarattığı vicdani duyarsızlık, insani değerlerin aşınması, şiddet, toplumsal çürüme gibi olgular evrensel birer gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Toplumsal dokuya neşter vurulmadan toplumun/toplumların iyileşmesi ve düzelmesinin mümkün olamayacağı fikri doğrultusunda yazılan bu tarz romanlar ve yazınsal yapıtlar, insanı/ insanlığı derinden sarsarak uyarmaya devam ediyor. A.M. Homes’un Yangın Müziği’ni bu bağlamda okumak çok önemli…


 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.