Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kalbimin gökkuşağı



Toplam oy: 991
Güldünya Kültür
Güldünya
Aşkın cinsiyetten bağımsız olduğunu başarılı bir şekilde yansıtan bir kitap bu.

Bir kavram olarak çok evrensel ancak bir yandan da toplumsal rollere sıkıştırılmış olan aşk, edebiyatın da en yaygın temalarından biri. Fakat gelin görün ki, aşk hikayeleri çoğunlukla kadın ve erkek kahramanların arasına sıkıştırılmış halde. Hele Türkçede eşcinsel aşk hikayelerine pek sık rastlamıyoruz. İşte, Gülbahar Kültür kalemini bu sulara batırarak Türkiye’de pek fazla örneğine rastlamadığımız bir işe imza atıyor. 

 

Bir Yangının Külünü Bremen’de yaşayan yazar, şair ve DJ Gülbahar Kültür’ün ilk Türkçe romanı. Güldünya Yayınları etiketiyle çıkan kitap 90’lı yıllarda biri Almanya’da, diğeri Türkiye’de yaşayan iki genç kadın arasında, uzun telefon görüşmeleri ve mektuplarla körüklenen bir aşk hikayesini anlatıyor. Kitabın hikayesinin 90’lı yıllarda geçiyor olmasının temel sebebi ise esasen yazarın hikayeyi 1995-2000 yılları arasında kaleme almış olması. Yazar kitabını 2011 yılında tekrar gözden geçirmiş ve kitap ancak 2015’te basılabilmiş. Kitabı okurla buluşturan  Güldünya Yayınları aynı zamanda Türkiye’nin ilk feminist yayınevi. 

 

Bir Yangının Külünü için uzun bir veda mektubu demek doğru olur aslında.  Bu aşkın kahramanları Berlin’de yaşayan Arife ve İstanbul’da yaşayan Canan. Biri çoğunlukla içine kapanık ve suskunken öbürü dışa dönük ve cıvıl cıvıl. Elimizde tuttuğumuz romansa adeta Arife’den Canan’a yazılmış bir veda mektubu, hatta bir iyileşme öyküsü. Hikaye Arife’nin ağzından, geri dönüşlerle anlatılıyor ve daha baştan kitabın sonunda bu iki kadının birbirlerini ve kendilerini özgür bırakacaklarını hissedebiliyorsunuz. Yazarın cinsel yönelimini ve kendisinin de kahramanı Arife gibi ortaokul yıllarında Almanya’ya göçmüş bir kadın oluşunu göz önüne alınca Arife yazarın alter egosu olabilir mi, bu hikaye otobiyografik ögeler taşıyor olabilir mi diye düşünmeden edemiyorsunuz. Tam da bu noktada yazarın hikayesini kurmaktaki başarısı ve gerçekçiliği devreye giriyor. Çünkü yazarın hikayesinde kendi hayatından manzaralar aramaya başlamışsak yazara inanmışız demektir. Bu noktada bizler Orhan Pamuk’un değişiyle “saf” okurlarızdır ve okuduğumuz hikayenin gerçekliğine teslim olmuşuzdur. Yazar Gülbahar Kültür’ün romanıyla okurunu hikayesinin gerçekliğine inandırmayı başardığını söylemek mümkün.  Bunun yanı sıra hikaye dozunda bir erotizm de içeriyor. Yazar bu iki aşık kadın arasındaki tutkuyu son derece başarılı bir şekilde anlatmış. Bu bağlamda aşkın karşı cinsler arasına sıkıştırılamayacağını, cinsiyetten bağımsız bir hal olduğunu da başarılı bir şekilde yansıtmış. 

 

Öte yandan hikaye yer yer fazla içe dönüyor ve Arife’nin fazlasıyla yoğun duygularıyla baş etmek okur için zorlayıcı bir hal alabiliyor. Bu anlarda hikaye içinde ilerlemek ve okumayı sürdürmek okur açısından hayli zorlu bir hal alıyor. Fakat bu zorlu ve durağan anları aşacak sabrı gösterirseniz sabrınızın karşılığını da alıyorsunuz.

 

 


 

 

* Görsel: Selçuk Ören

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.