Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Karanlıktan süzülüp gelen vicdan



Toplam oy: 675
Fuminori Nakamura // Çev. Mehmet Gürsel
Doğan Kitap
Yazar, Tokyo’da hüküm süren acımasızlığı, karanlığı ve yalnızlığı resmederken insanın kuytu köşelerinde olup bitenleri de gündeme getiriyor.

Tokyo denince zihnimizde ışıltılı ve kalabalık bir kent canlanıyor canlanmasına ama son dönemde Japonya’dan gelen haberlere bakılırsa, aynı zamanda ülkenin yalnızlar başkenti Tokyo. Evlerine çekilen güruhla birlikte Tokyo’nun karanlıkta kalan yüzü de ortaya çıkıyor. Fuminori Nakamura, Hırsız adlı romanında işte bu noktada odaklanıyor; büyük bir suç şebekesinden koparak süreci tersine işleten ve yankesicilikle geçinen Nişimura’nın yaşamını da kentinkiyle beraber kurguluyor.


 
Henüz bir çocukken hırsızlığa başlayan, yalnız ve kendisini işine adamış Nişimura, eski sevgilisi ve –“mesleği” ona öğreten– Ishikawa ile ilgili hatıralarla harman oluyor. Kentin işlek ve zengin noktalarında kurbanlarını ararken denk geldiği bir olay ise yaşamını değiştiriyor adeta. Bir çocuğun annesiyle birlikte süpermarketten yiyecek çalmasına tanık olması, Nişimura’ya geçmişini hatırlatmasının yanında geleceğini belirleyecek olayların fitilini de ateşliyor. Bunların başında, kendisine yakın hissettiği o çocuğa yakalanmaması için yardım edişi geliyor.



Zamanlar arasında geçişler yapan Fuminori Nakamura, kahramanının Tokyo’nun arka sokaklarına benzeyen karanlık geçmişini ve vicdanını okura açıyor. Bir vakitler Nişimura’nın önünü kesip şöhretini elinden alan, fillerin tepişip çimenlerin tarumar olduğu kirli oyunların döndüğü arazinin acımasız adamı Kizaki ise bu kez o küçük çocuğu oyuna dahil ediyor. 
Nakamura’nın çizdiği “kader,” Nişimura’nın tam anlamıyla içine giremediği kötücüllük ile vazgeçemediği vicdanı arasındaki gerilimi ortaya koyuyor.

 

 

Mecburiyet ve varoluş arasındaki ince çizgi

 

Yazar, Nişimura özelinde Tokyo’da hüküm süren acımasızlığı, karanlığı ve yalnızlığı resmederken insanın kuytu köşelerinde olup bitenleri, hisleri, hayatın kıyısında konumlanışları veya tam ortasındayken düşülen ateşi gündeme getiriyor.



Suçun, büyük patronlar ile onların ezdiği çaresizler arasındaki ilişkinin bir muhasebesini de yapan Nakamura, Nişimura yardımıyla henüz bütünüyle tüketilmemiş aydınlığı okura sunuyor. Bir diğer ifadeyle, okuru en dibe çekerek oradan yukarıya doğru tırmanmasını sağlıyor. Bunu da Nişimura ve onun el verdiği çocuk ile ikisinin ortak noktası olan hırsızlık üzerinden işliyor romanda.



Suç dünyasının hırpalayıcı ilişki ağına Tokyo’nun karanlık tarafını; yalnızlık ve umursamazlıkla örülü yanını da katan Nakamura, hem küçük çocuğun hem de Nişimura’nın temiz kalmış kişiliğini gün yüzüne çıkarıp felsefi bir roman kotarıyor.
Yazarın, kitabın omurgasını oluşturan hırsızlığı mecburiyet ile varoluş arasındaki ince çizgiye oturtması ise satır aralarına ahlaki sorgulamaların ilişmesini sağlamış. Ara sıra kendi çocukluğunu hatırlayan Nişimura’nın yardım ettiği çocuk, bu anlamda, kitabın bam teli. “Yazgısının” üstesinden gelmek için canını dişine takan ikili, aynı zamanda Tokyo’nun arka sokaklarındaki karanlıktan çıkışı temsil ediyor.

 


Nakamura’nın anlattığı hikaye kadar Hırsız’ın alt metinleri de, gerçeklik ile kurmaca arasındaki köprüyü oluşturmuş. Bu bakımdan roman, tedirgin etse de, okurun umudunu diri tutmasını sağlayan bir kitaba evriliyor. 

 

 

 


 

 

 

Görsel: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.