Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Karlarla kaplı bir çocukluk diyarı



Toplam oy: 1288
Faruk Duman
Can Yayınları
Eğer bir kitap çok iyi yazıldıysa bana hep kısa gelir. Baykuş Virane Sever de diğer Faruk Duman kitapları gibi çok kısa. Türkçe edebiyatın bir Moby-Dick, olmadı bir Pi’nin Yaşamı gibi destansı ve antropomorfist-insan biçimci bir romanı olacaksa bunu Faruk Duman yazsın isterim.

Faruk Duman söylemek istediğinin tamamını söylemez, ya da, söyler göründüğünün tam karışıtını ima edebilir. Bildiğimiz sözcükleri bilmediğimiz bir sıraya dizer. İki gözümüzle görsek inanmayacağımız, elimizi uzatsak dokunacağımız coğrafyalar, olaylar, insanlar ve varlıklar çıkarır karşımıza. Hayvanları, ağaçları, dağları ya da şeyleri insani özelliklerle anlatır. Gerçek mi fantasmagori mi, gerçek mi alegori mi diye anlamlar arasında hiyerarşiler ararız biz de. Biz? İnsanız, hiyerarşi bizim işimiz. İllâ insanı hayvandan, gerçeği kurmacadan ayrı belleriz. Ne çabuk unuttuk çocukluğumuzu. Ne çabuk unuttuk Anadolu söylenini.

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Ashley Percival)

 

 

 

 

Faruk Duman’ın son öykü kitabı Baykuş Virane Sever, adını Yunus Emre’nin bir dizesinden alıyor. Yunus Emre’de bulduğu animist gerçekçilikle, insanın yaşadığı evreni sarmalayan, canlı ya da cansız her varlıkla eşitlendiği bir varoluş halini anlatıyor yazar. Öykü yazmak kadar bir öykü kitabı yazmanın ne ustalıklar istediğini kanıtlıyor. Öykülerin atmosfer, tema ve üslup birliktelikleri, ilk öyküden son öyküye bir serim düğüm çözüm akışı, ortak ayrıntılar ve karakterlerle öykülerin birbirine bağlanışı sayesinde, Baykuş Virane Sever, içindeki öykülerin toplamından daha büyük bir resim çiziyor.

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Heidi Burton)

 

 

 

 

 

Kitabın kapağını kaldırır kaldırmaz, şu ters çevirip sallayınca içinde kar yağan camdan kürelerden birinin içindeyiz. Karlarla kaplı bir çocukluk diyarı burası. Tekinsiz, çıkış yolları kapalı. Hayal gücünün kahramanları,  insan ruhlu hayvanlar ve cisim bulmuş korkular, gerçek olaylara karışıyor çocuk anlatıcının dilinde. Her çocuğun büyüklerin arasından seçtiği, kendine yandaş bellediği, büyüklerden kendine en ait kıldığı biri var. Çocuklar ölüm, hastalık, doğum, kardeşlik, evlilik, sevişme gibi büyüme yolunda açılıp içeri girilmesi gereken kapıları bildikleri efsanelerle, okudukları kitaplarla birleştiriyor hayal güçlerinde. Ailedeki kayıplar, ormanda kaybolmak gibi. Ve bu dünya geçişlerinde bir yoldaş, bir refakatçi var çocukların yanlarında hayalden mamul. Ta ki son öyküye kadar. Son öyküde cam küresi kırılacak çocukluğun. Bahar gelecek. Büyüme vakti. Cümleler biraz daha yarım, akıl biraz daha karışık. Çocuk artık kendi kahraman olmak zorunda, hayalî olmayan gerçek türden bir kahraman.

 

 

 

Faruk Duman’ın öykülere serpiştirdiği ayrıntıların ve imgelerin izini sürmek, okuma deneyimini zenginleştiriyor. Eriyen Gelin öyküsündeki yere düşmüş kuru dal tıslayıp yılana dönüşerek süzüle süzüle gidip Zürafa adlı öyküde tekrar peyda olacak. Steinbeck, Faulkner, Jack London, Shakespeare kahramanları teyzeler, dayılar, enişteler kadar tanıdık gelecek. Bir minibüsün camına asılı Demirel posteri, öykülerin politik arka planı olacak.

 

 

 

 

Eğer bir kitap çok iyi yazıldıysa bana hep kısa gelir. Baykuş Virane Sever de diğer Faruk Duman kitapları gibi çok kısa. Türkçe edebiyatın bir Moby-Dick, olmadı bir Pi’nin Yaşamı gibi destansı ve antropomorfist-insan biçimci bir romanı olacaksa bunu Faruk Duman yazsın isterim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan görsel Monster Riot'un sitesinden alınmıştır.)

 

Yorumlar

Yorum Gönder


çelik kapı paylaşımınızdan dolayı çok teşekkür ederim zevkle okuduğum bir makale oldu başarılarınızın devamını dilerim

49%
51%

şilte
çok isabetli ve tam yerinde bir makale olmuş teşekkürler

47%
53%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.