Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kediler güzel uyanır



Toplam oy: 1276
Yekta Kopan
Can Yayınları

Yol kitaplarının benim için yeri ayrıdır. Yollarda okuduğum kitapların arkadaşlığı diğer zamanlarda okuduklarıma göre başka oluyor sanki. Yoldan çok önce planlamaya başlıyorum ne okuyacağımı ve her zaman planladığımdan bambaşka bir kitap okuyorum. Alıştım artık buna.

 

Bu seferki yol kitabım Ağaçkakan’dı. Hani şu yaşıma gelip, bunca kitap okumaya rağmen okumamışlığımın yüzkarasıydı Ağaçkakan.Yoldan önce başlamıştım, yol da buna elverişliydi, bitirecektim. Olmadı. Giderken nedense canım hiç kitap okumak istemedi, dönüşteyse elimde “Kediler Güzel Uyanır” vardı.

 

Bu kitapla ilgili herkes için değişmeyen bir durum var sanırım. Şöyle bir kapağını kaldırıyor, dur birkaç sayfaya göz gezdireyim diyor ve bırakamıyorsunuz. Neredeyseniz orada bitirene kadar kalıyorsunuz. Kitapçıdan çıkıp Saray Muhallebicisi’nde aynen dediğim gibi başlayıp vişneli tiramisu eşliğinde kitabı bir solukta bitiren birini biliyorum mesela.

 

Bu kitap benim yolumun  Aksaray-Bolu kısmına denk geldi. Bu arada Defi bir mucize eseri kesintisiz uyudu. Aksaray’da mola bitiminde bir kahve aldım ve arka koltukta okumaya başladım.

 

Daha ilk sayfalarda bir salyangozun sarmalında dolaşmaya başladım, sonra benim gibi fotoğrafları sevmeyen, bulutlara bakıp onları dinleyen bir babaya rastladım.

 

Çocukken oynadığımız bir oyun bana göz kırptı.

 

Rüyalarımın her ne  kadar gün boyu sakatlanan zihnimin koltuk değnekleri olduğu söylense de bana uzun zamandır göremediklerimi görme, gidemediğim yerlere gitme fırsatını sundukları için bir kere daha sevdim onları.

 

Anadoluhisarı’nda esnaf arasında dolaşırken, annemle çıktığımızda onunla bununla konuşmaktan yarım saatlik işimizi iki saatte halledemediğimiz çocukluğumun Pendik Çarşısı geldi aklıma.

 

Sabahları cep telefonumun alarmıyla değil de ananemin eski kurmalı, tepesinde sağlı sollu iki takkesi olan çalar saatiyle uyanmadığıma hayıflandım.

 

Okunacaklar olarak bir kitaplığın raflarına sıkıştırdığım kitaplarımın kalabalığını duydum uzaklardan. Her biriyle kavuşmaya daha ne çok zaman olduğunu düşündüm.

 

İlerde çok eskilerden kalan bir Pazar sıkıntısı karşıladı beni. Çocukken o sıkıntıyı bir tek benim böyle katranlı yaşamadığıma sevindim. Büyüdükten sonra hayatın telaşından Pazar sıkıntısı yaşamayalı ne çok zaman geçmişti, şaşırdım. Çocuklarımı düşündüm, onların o küçücük yüreklerine çöreklenebilecek o kasveti dağıtmaya karar verdim. Aklıma geldi, canım çekti, eve dönünce tatilin son günü Çarşamba olsa da yine de umursamadım, Pazarmış gibi lahmacun yaptım onlara.

 

Sabah erken saatte, hava aydınlanmadan yola çıkarken kafamı kaldırıp baktığımda gördüğüm rakı burcundaki yıldızlar bir kez daha gün ışığında parladılar sonra.

 

Fiillerin içinden geçen filler gördüm.

 

İnsan sevdiğini yanındayken nasıl özlerse, bir zaman sonra o sevgiden geriye eksile eksile hiçbir şey kalmayabileceğinin ihtimal dahilinde olması telaşlandırdı beni.  Ön koltukta araba kullanan sevdiğime baktım. İlk evlendiğimiz yılları, bu yolu otobüsle gidiş gelişlerimizi, onun omzuna başımı koyup uyumalarımı hatırladım. Eve gitsek, kanepeye otursak, dizine başımı koysam, film seyretsek diye düşündüm.

 

Babamı, onunla konuşmayı özledim.

 

Bir zamanlar kalabalıklar içinde olanların gün gelip yalnızlığın dikenli tellerinin tenini sıyırmasıyla akan kanlarından  beslenenlerin sözlerinin yakıcılığı içimi acıttı. Yaşlanmaktan, kimsizleşmekten bir kere daha korktum.

 

Yıllar öncesinden gazetenin üçüncü sayfasında çıkan küçük bir trafik kazası belirdi gözlerimin önünde. Ölen arkadaşımın kardeşini, acısını depreştirmemek için yıllardır arayamamışlığım utandırdı beni. İlk fırsatta aramaya karar verdim.

 

Tıp okumuşluğuma, yirmi yıl önce başladığımda sözcüklerimi terk edişime hayıflandım.

 

Otobüste, parkta, bankada, kuyrukta yanımda yöremdeki hiç tanımadığım biriyle hiç istemediğim halde konuşmanın huzursuzluğu kapladı içimi.

 

Bolu Dağı tüneline girerken kitap bitti.

 

Öyle yani…

 

İkisini çok sevdim. En çok Salyangoz’u sonra da Pazar Günü’nü. Geometri’yi kendime uzak buldum, belki de zekilik gösterilerini sevmediğimden. Matruşka farklıydı ama bir yerlerden nedense gözüm ısırıyordu ya da ben yanılıyordum, origami öykülerle karıştırıyordum.

 

Neyse ne, ben ne düşündüysem, ne hissettiysem bu beni ilgilendirir. E, o zaman bunca laf niye?

 

Sözün özü, okuyun derim. Öykü güzeldir. Bunlar usta işi kısa, güzel öyküler. Gece yatarken okuduğunuzda ertesi sabah rüyalarınızdan kediler gibi güzel uyanabilirsiniz. O kadar.

 

 

Selgin Biber


http://selgingb.wordpress.com

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.