Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kerberos'un tuttuğu kapı



Toplam oy: 966
Barış Acar
Kült Neşriyat
Ekphrasis –I– Görünür ve Söylenir Arasında Geçitler, görsel ve dilsel olan arasındaki boşluğu yeniden yapılandırmaya çalışıyor.

Barış Acar'ın Ekphrasis ismiyle üç cilt olarak tasarladığı kitabının ilk cildi Kült Neşriyat'tan yayımlandı. 2005’ten bu yana yazdığı sergi yorumu ve eleştiri yazılarının bir araya gelmesiyle oluşan Ekphrasis –I– Görünür ve Söylenir Arasında Geçitler, değerlendirmelerden ziyade sanata dair felsefi nitelikli problemleri ele alıyor. Görsel ve dilsel olan arasındaki boşluğu yeniden yapılandırmaya çalışıyor. “Çağdaş Sanatta Bireyselleşmeler” altbaşlığı taşıyacak olan diğer iki cilt ise sanatçılar üzerine yazılan yazılardan oluşuyor.

 

“Görünür ve söylenir arasındaki boşluk yalnızca göz ile dil arasındaki uyuşmazlık değildir; gören ve söyleyen ile kimin neyi, nasıl göreceğine ve görülen üzerine kimin söz hakkı olduğuna karar veren arasındaki boşluktur. Bu yüzden ekphrasis sorunu bu iki kavramın arasında kurgulanmış klişelerle dolu tartışmaya indirgenemez,” diyen Acar, öncelikle tanıklığın mümkünlüğünden bahsediyor. İki kuramsal problemi ortaya koyan bu başlangıç ile sanat tarihinin yüzleşmesi gereken sorunları ele alıyor. Öznelik konumunun tanık olma hakkından türeyen ve tanıklığın söze dökülmesi sırasında yaşanan sapmalar, sanat tarihinin bugün geldiği noktadaki açmazlarına ve döngüsüne işaret ediyor. Öte yandan kitap, akademinin erekselci metodolojisine karşı-argümanları, üslubuyla kendi kimliğini değilleyen eleştirmenleri, sanat tarihinin kültür yazımı ile olan ayrımını, hegemonyasını belirli bir entelijansiya gölgesinde temellendiren sanat profesyonellerini ve Ankaralı olmak için Ankara’yı unutmak gerektiği gibi birbiriyle ilişkili konuları da ele aldığı başlıklar üzerinden ilerliyor. Peki yazar neden bu yolu seçiyor? Kitabı okuyup bitiren biri için ulaşabileceği formal bir sonuç yerine belirsiz bir alan bırakıyor?

 

Öncelikle sanat tarihçisinin öznelik konumunu koleksiyon toparlayıcısı ve retorikçi arasına koyan Acar, bu yanılgının hangi ontolojiden beslendiğine bakıyor. Bir çeşit tarihçi metafiziği olarak yorumladığı bu durum ile esasen kendi öznelik konumunu hesap etmeye çalışıyor. Bu konum, sanat tarihi geleneğindeki Hegelci anlayışın çizgilerini takip etmiyor. Çünkü Hegelci tarih anlayışının Hıristiyan ikonolojisiyle temellenen çizgisel okuması ilahi sonuçlar arıyor. 21. yüzyıl sanat tarihi yazımı/ okuması görsel ve dilsel olan arasındaki yeni geçitler ile sağlanmalı ki bu da Hegelci üslubun terk edilmesiyle başlıyor. Böylece Acar’ın izini sürdüğü ve kendi öznelik konumunda temellendirdiği Althusser’ci anlayış, semptomatik okuma yapmasına olanak tanıyor. Dolayısıyla Ekphrasis’in bütününe bakarak bu çıkarımı yapıyorum.

 

Barış Acar'ın Ekphrasis ismiyle üç cilt olarak tasarladığı kitabının ilk cildi Kült Neşriyat'tan yayımlandı.

 

 

Semptomatik okuma, tarihe yaklaşabileceğiniz bir nosyon. Her şeyden önce öz arayışından vazgeçmek ve yazılanın niyetini değil, yazılan şeyler arasındaki ilişkileri okumak açısından önem arz ediyor. Bilinçaltı okuması yapmak, örneklerin neden verildiğini araştırmak gibi psiko-analitik altyapının izleğinde geliştiği de söylenebilir. Keza günümüz sanatının sosyoloji ve psikolojiden beslendiğini öngördüğümüzde bu okuma biçiminin önemi daha iyi anlaşılıyor. Sanatçılar, alt metin inşaasında sıkça psikolojiye başvuruyorlar. Eserlerini, geçmiş deneyimlerinin dolayımlı anlatımlarıyla taçlandırıp; kanıtlar tarihi ya da pozitivizm ile kökleşen bir sosyoloji okuması da sanat tarihinin yöntem problemini çözmekten oldukça uzakta kalıyor. 

 

Gelinen bu noktadan hareketle, Türkiye’deki sosyal ve siyasal dengede varolması mümkün olmayan eğreti-burjuvazi nosyonunu sanata giydiren çevreden ve tarihsel zaman kavramının deviniminden de bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için ise Guy Debord’un Gösteri Toplumu isimli kitabına başvuruyorum; 

 

“Sanatı istila eden tarihsel zaman, barokla başlayarak öncelikle sanat alanında kendini ifade etmiştir. Değişim sanatı, dünyada keşfettiği geçicilik ilkesini kendi içinde taşımak zorundadır. Eugenio d’Ors, sanat 'sonsuzluğa karşı yaşamı seçmişti' der. Tiyatral şenlikler barokun gerçekleşmesindeki başlıca anlardır ve bunlarda her türlü özel sanatsal ifade, sadece, kurulu bir alan dekoruna, birleşme merkezi kendisi olan bir konstrüksiyona yaptığı göndermeler sayesinde anlamlı hale gelir. Bu merkez, bütünün dinamik düzensizliği içinde tehlike altındaki bir denge olarak yer alan geçiştir. Çağdaş estetik tartışmasında barok kavramına atfedilen ve kimi zaman da aşırıya kaçan önem, sanatsal bir klasisizmin olanaksızlığının bilincine varılmasını yansıtır. Üç yüzyıldan beri normatif bir klasisizm ya da neo-klasisizm oluşturma çabaları, devletin, mutlak monarşinin ya da Romalı kılığına girmiş devrimci burjuvazinin harici dilini konuşan kısa süreli yapay oluşumlardan başka bir şey değildir. Romantizmden kübizme kadar barokun genel akışını izleyen, parçalanma ve sanatsal alanı tümden yadsıma aşamasına dek kendisini sık sık yenileyerek, nihai olarak daha fazla bireyselleşen bir yadsıma sanatıdır. Bir seçkinler grubunun iç iletişimine bağlı olan ve yarı bağımsız toplumsal tabanını son aristokratların hala yaşadığı kısmen oyunsu koşullarda bulan tarihsel sanatın yok olması, kapitalizmin kendini bütün ontolojik niteliklerden arınmış ilk sınıf iktidarı olarak görmesi olgusunu da ifade eder.”

 

Bir sanat tarihçisi olarak söylemem gerekir ki, sanat tarihi derslerinin “Ne görüyorsan onu tarif et” diskuruyla ekphrasis sorunu birebir örtüşüyor. Hatta, sanat tarihi eğitiminin temelinde yer alan ikonoloji ve ikonografinin üçlü sistemi olan ön-ikonografi (tanımlama), ikonografi (çözümleme) ve ikonoloji (yorumlama), bu sorunu sistematik bir hale getiriyor ve kısırlaştırıyor.

 

Barış Acar, sanat tarihi yazım ve yöntem sorununu Antik Yunan dönemi ile bağdaştırdığında – ki o dönemde bunun bir sorun olup olmadığı hakkında kesin bir yargıya varmazken- ayrıcalıklı bir öznenin anlatımlarından ve bu anlatımların söze dökülmesi sırasındaki dilsel onanmadan bahsediyor. 

 

Ekphrasis –I– Görünür ve Söylenir Arasında Geçitler ile bizlere tanıklığının mümkünlüğünü onaylatan yazar, Kerberos’un* tuttuğu kapıyı kapatarak bu yolda geleceğe dair yeni geçitler açıyor. Acar’a göre sanatın ideası, avangard hareketlerin tümünde potansiyel olarak varolan “tekilliklerin bir araya gelişleri” ile başlıyor.

 

 


 

* Kerberos: Hades’in köpeği. Çok başlı olan bu kopek Ölüler Ülkesi’nin bekçisidir.

 

* Görsel: Tayfun Pekdemir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.