Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kolombiyalı öteki Gabriel



Toplam oy: 1328
Juan Gabriel Vasquez
Everest Yayınları
Antikahraman bile olamayacak hiçkimselerin yaşamlarındaki önemsiz anekdotların oluşturduğu belgesel çıplaklığında bir Kolombiya tarihi anlattığı. Özel efektler yok. Karakterler gerçekle yüzleşmek zorunda, fantastiğe sığınmak yok.

Genç bir Kolombiyalı yazar, ilk romanını yazarken, Gabriel Garcia Marquez efsanesinin ağır yüküyle nasıl başa çıkar? Hele bir de kendi adı da Gabriel, Juan Gabriel Vasquez ise?



Gabriel Garcia Marquez, “Kolombiya tarihini ölü insanlar envanteri olarak anlatmak, roman yazmak değildir” der. Borges’e göre, “Her yazar kendi selefini seçerek, eserleriyle, geçmişi kavrayışımızda değişiklikler yapar. Gelecek de böyle değişir.”



Bu sözleri yol gösterici dersler olarak alan Vasquez, yazar olarak Kolombiya tarihini anlatmayı kendine misyon ediniyor, ancak anlatırken büyülü gerçekçilik türüne dahil olmadan da bir Latin Amerika Edebiyatı geleceğinin mümkün olduğunu kanıtlamaya soyunuyor. Latin Amerika Edebiyatı’nın 40 yaş altı en etkili yazarları listesine girdiğine, Fuentes ve Llosa’dan övgüler aldığına göre doğru yolda Gabrielimiz.



Gençliği, yeni kuşağın temsilcisi olması, onu Marquez’e öykünmek zorunluluğundan özgürleştiriyor ancak gidiyor Joseph Conrad’a teslim oluyor Vasquez. İkinci romanı Costaguana’nın Gizli Tarihi’nde, Joseph Conrad bir karakter olarak yer alıyor.  Elimizdeki Gammazcılar, Conrad’ın Gizli Ajan ve Batılı Gözler Altında romanlarına çok yakın bir yerde duruyor edebiyat haritasında. Bir diğer gülümseten detay ise Gammazcılar’ın hikayenin iki ucunu tutmuş karakterlerinin adlarının Gabriel ve Konrad (Joseph Conrad’ın ismi Lehçe Konrad diye yazılır) olması. 



Çok katmanlı cesur bir ilk roman

 


Hem çok heyecan verici yeni bir yazar hem de müthiş bir edebiyat startejisti ile karşı karşıyayız. Daha önce defalarca okuduğunuz sözcükleri kullanıyor, aklınızdan geçirdiğiniz düşünceleri size geri fısıldıyor. Matruşka bebekler gibi birbirinin içinden çıkan hikayelerden, temalardan ve anlatıcılardan oluşan Gammazcılar çok katmanlı, cesur, cümlelerinin toplamından daha büyük bir ilk roman.



Romanın farklı katmanları arasındaki bağlantı, aynı zamanda romanın anlatıcıları da olan gammazcılar tarafından kuruluyor. Bu arada orijinali Los Informantes olan romanın adının Gammazcılar olarak çevrilmesi ne kadar da doğru. İçinde ihanet anlamı olan, kötü kalpli bir muhbirlik çünkü gammazcılık. Tek sözcükle  romanın konusunu, anlamını özetliyor, karakter tahlili yapıyor. Tam isabet Süleyman Doğru.

 

 

Kolombiya’nın az bilinen kara listeleri

 


Gammazcılar’ın hikayesinin ilginçliği, okurun iştahını kabartacaktır. Ancak, bu eleştiri yazısındaki özetin romanı tamamiyle yansıttığını düşünme sevgili okur. Olaylar, özetlendiği sırayla bile anlatılmıyor romanda.



Oğul Gabriel Santoro, bir kitap yazar. II. Dünya Savaşı sürecinde Nazilerden kaçan Yahudi kökenli ve anti faşist Almanların Kolombiya’daki göçmen hayatını, aile dostları Sara Gutterman’ın anılarına dayanarak anlatmaktadır kitap. Kolombiya, ABD ile yakınlaştıkça, CIA desteğiyle sahte ihbarlara dayanan bir takım kara listeler hazırlanmış, haksız yere bu göçmen ve zengin Almanlar Nazi taraftarı gösterilmiş, evleri ve paraları ellerinden alınmış, hapse atılmışlardır.



Hukuk profesörü ünlü hatip, Baba Gabriel Santoro yayımladığı çok sert bir eleştiri yazısıyla oğluna öfkesini kusar. Baba Gabriel’e göre, “hafıza herkese açık değil”dir. Oğul Gabriel, tarihin bu unutulan bölümünü ifşa ederek, eski günahları deşerek, suçlularla kurbanları sergileyerek narsistçe aferin dilenen bir yazardır. Onun da listeleri hazırlayan gammazcılardan farkı yoktur. “Geçmişiyle ilgili düşünceler, dişlerin arasına sıkışan çilek çekirdeği gibi” batmaktadır Baba Gabriel’e.



Baba Gabriel’in sağ elinin parmaklarının kopuk olması ve asla yazı yazamaması ilk başlarda oğlunun kitabına olan öfkenin bir kıskançlıktan kaynaklandığını düşündürse de, gerçek nedeni Sara açıklayacaktır.


Baba Gabriel, Alman kökenli yakın arkadaşı Enrique’nin babası Konrad Dresser’i gammazlamış bu yüzden Enrique’nin gönderdiği adamlar tarafından parmakları kesilmiştir.



Geçirdiği kalp ameliyatı sonucu ikinci bir hayata başladığını düşünen Baba Gabriel, sevgilisi Angelina ile birlikte tatile gider. Asıl amacı gittikleri kasabada yaşayan Enrique’den özür dilemektir. Ancak bir trafik kazasında ölür.



Angelina ihanete uğradığını düşünmektedir. Gabriel onu kullanmış, özür dilemek için yapacağı yolculukta cesaret almak için kendisinden yararlanmıştır. Bu ihanet Angelina’nın televizyona çıkıp, Baba Gabriel’in bir ikinci dünya savaşı gammazcısı olduğunu açıklamasına yol açar.



Oğul Gabriel’e babasının bir gammazcı oluşu miras kalmıştır. Ona düşen ise bu olayları anlatacağı ikinci bir kitap yazmaktır. Ve bunun da bir tür gammazcılık olacağının farkındadır.



Tepkisiz bir gözlemci

Oğul, babanın sırrını öğrendikten sonra beklenilen duygusal patlamayı, sağlıklı bir tepki olarak kabul edilebilecek olan kendi öfkesini yaşamıyor. Sadece gözlemci. Odağında gerçeği bulmak var. Elde ettikten sonra gerçek, tarih, anılar onu ilgilendirmiyor artık. Yeni bir sırrın peşine düşüyor. Oğul Gabriel’de, kitap yazma gammazcılığının getirdiği ne vicdan azabı var ne de bir sırrı açığa çıkarmanın yaratabileceği rahatlama. Bu tepkisizlik oğul Gabriel karakterinin geliştirdiği kusursuz bir savunma mekanizması. Tepkisizlik, hissedememek onun laneti, cezasıdır. Bogoto’da babasının oturduğu semte ne kadar yabancıysa, babasının yaşam öyküsüne de o denli yabancıdır. Tekin olmayan sokaklarda yürürken duyulan, korkunun da üstüne geçen hafif iğrenmeyle karışık aşağılamadır hissettiği. Yine de babasıyla kan bağını koparamaz, Bogoto’dan da taşınamaz.



Baba oğul çatışması, babanın günahlarının oğula miras kalması, aile sırları, ihanet gibi binlerce kez işlenmiş konulara özgü mayınlı arazide yaralanmadan dolaşıyor Vasquez. İçgörü yüklü, okuru yumuşak karnından vuran gözlemleriyle bu klasik temaların gücünden yararlanmayı başarıyor.



İhanet ve baba-oğul çatışması



Takdir cimrisi babalarla anlaşılamayan oğulların çatışması, her evlat ebeveyn ilişkisinin tanımlayıcı anı olan ebeveyn ölümünün yaklaşması sürecindeki güç değişimi, ihtiyaç duyanla, duyulan rollerinin yeniden tanımlanması sahne sahne, araya yakın plan detaylar montajlanmış gibi, son derece görsel bir biçimde anlatılmış: “Kirli çarşaf kokan, nefes alıp verirken kağıttan bir uçurtma gibi sesler çıkaran yaşlanmış ve korkmuş adam; soprano sesli, jokey vücutlu doktor; yıpranmış bir prostatı ele veren sarı renkli, kötü kokulu idrar damlaları; bağırsak hareketlerini kolaylaştırdığı için sifonun üstünde duran oğulun kitabı”



İhanet, şüphesiz, merkez tema romanda. Kesin bir tanımı yok, kalıpları yok ihanetin. Bazen, verilen anlık bir kararın, ağızdan çıkan bir sözün çok ağır bir ihanete dönüştüğü hemen fark edilmiyor bile. İhanet edenlerle ihanete uğrayanlar aynı empatiyi görüyorlar Oğul Gabriel’den. O, ihanetin neden ve sonuç ilişkisiyle ilgileniyor, affedilmek ya da tövbeyle değil. Sırları ortaya çıkınca suçlular özgürleşiyor, kurbanlar utançlarını tekrar yaşamak zorunda kalıyor.



Görgü tanığı bakış açısı romanın dilini etkiliyor



Vasquez, karakterlerin hem hafızalarının, hem ruhlarının loşluklarına inip gerçeği ortaya çıkarıyor. Antikahraman bile olamayacak hiçkimselerin yaşamlarındaki önemsiz anekdotların oluşturduğu belgesel çıplaklığında bir Kolombiya tarihi anlattığı. Mit ve fantastik unsurlar marifetiyle kahramanlar yaratmak gibi bir çabası yok. Özel efektler yok. Karakterler gerçekle yüzleşmek zorunda, fantastiğe sığınmak yok.



Birkaç kuşağı kapsayan bir hikayesi var romanın ama kullanılan dil sagalara özgü değil. Beklenmedik, heyecan verici, nokta atışlı. Anlatıcılar değişse de, görgü tanığı bakış açısı ve neredeyse dürüst bir öznellik var kullanılan dilde. Geçmişi hizaya sokmak ve hataları düzeltmek isteyen narsist, zaman zaman milliyetçi –ya da Bogotalı elitist mi demeli- bir dürtünün etkisi altında. Baba Gabriel’in eleştirisine katılmak demek bu saptama.



Karakterleri çok iyi anlıyoruz, yargılamıyoruz. Üst kurmacasının başarısı burada Vasquez’in. Oğul Gabriel’in yazar kişiliğine büründüğünde bile, karakterle aynı odada olmasına, bir diyaloğu paylaşmasına karşın okurla karakterin arasına girmeyen bir yazar.



Gammazcılar’ı, Kolombiya’nın kara tarihini, romanın içinde yaşayanların sırlarını okuyup sizlere öneren kitap eleştiricisinin de son gammmazcı olmaktan başka seçeneği yok. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Güzel bir inceleme. Özellikle son "gammaz"ın kitabın yazarı olması çok güzel bir tespit.
Yalnız kitabın ismi hakkında ben de şikayetçiyim. Sözlükte olmayan bir kelime olunca acaba özellikle mi seçilmiş, hikayede özel bir önemi mi var bu kelimenin diye kafa kurcalayıp durdum, alakası yokmuş. Hadi çevirmen böyle çevirdi, yayınevi, editörler nasıl kabul ettiler acaba?

Bir de GS'nin neden ihanet ettiğiyle ilgili hiçbir ipucu elde edemediğim için tatmin olmuş değildim kitabı bitirdiğimde. Tamam zaten felsefi olarak o kısmına odaklanmamış yazar da, meraktan öldüm be kardeşim ben de.

45%
55%

iyi, güzel de Türkçe'de 'gammazcılar' diye bir sözcük yok. 'Gammazlar' var. Çevirmenlerin yeni sözcük üretmek, türetmek hakları mıdır, bilmiyorum. 'Gammazlar' olsaymış kitabın adı, ne kaybedilirdi? Uydurulmuş bir sözcükle kitap adı yapmak nedir?
Alimert

46%
54%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.