Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Meşguliyeti alınmış insan



Toplam oy: 157
Tekli koltuğun amacına uygun kullanıldığı, yalnızlıktan edebi anlamda şikayet edenlerin/kutsayanların gerçek yalnızlıklarla imtihan edildiği günlere geçtik. Dünyanın belli noktalarında hızla kıpırdayan insanın yerini bekleyen ve uyuklayan insan aldı. Artık sabit bir ev eşyasına dönüştük.

Artık her şey gerçek! Ölüm sarışın kafalara da eşit şekilde dağıtılıyor. Tüm duygusal yaklaşımlar, pişmanlıklar, imal edilen gerçeğe tosluyor. Artık çok geç. Yetişmenin, aşkın, dokunmanın, nefes almanın etrafı “ölüm tehlikesi” yazısıyla çevrildi. Hiç kimsenin geç kalmak gibi bir bahanesi kalmadı. Herkes kendi evinde, tam zamanında.

 

Tekli koltuğun amacına uygun kullanıldığı, yalnızlıktan edebi anlamda şikayet edenlerin/kutsayanların gerçek yalnızlıklarla imtihan edildiği günlere geçtik. Dünyanın belli noktalarında hızla kıpırdayan insanın yerini bekleyen ve uyuklayan insan aldı. Güvenli bölgemiz olan prizlerin yanında konumlandık. Artık sabit bir ev eşyasına dönüştük. Ölüme yakınlaşmak arkada bıraktığımız kelime, marka, lüzumsuz kaygı yığınıyla yüzleşmemizi sağladı. Durulduk. Aynalara başka anlamda bakar olduk. Gözlerdeki bilmişlik yerini mülteci dinginliklere bıraktı.

 

Yıllardır konforu dışarıda konumlayanlarsa şu an evde kalınması konusunda insanları ikna etmeye çalışıyor. İnsan, Pavlov’un Köpeği gibi yalnızca kalabalıklar ve ışıltılı mekanlarda ses çıkarabilen, kendini bulan bir varlık olarak inşa edildi. Ancak markaların birer temsilcisi olarak süslü caddelerdeki yürüme misyonu yarım bırakıldı. Markalar silindi. Reklamlar soluklaştı.

Gizem kiminde korku uyandırır kiminde ise tesirsizlik. O sürekli meşgule aldığımız kendimizle baş başa kalma işine, mecbur kaldık. Sosyal medyada teşhir edilen popülist vicdandan, iç sesin aktardığı hakiki vicdana geçiş sıkıntı oluşturdu. Herkes uzaklaştığı yeri özler oldu. Özlemenin ve aşkın tabiatı böyle tabi. Yitirilmiş, uzak bırakılanla alakalı.
Kozmetik yavanlaştı, telefonlar sıktı, filmler izlendi. Duvarlara bitişik ahşapların arasına özenle yerleştirilen ve uzun süre kıpırdamamış yapraklar yeniden açılmaya başlandı. Zihne bir ara form konmadan, daha berrak kafalarla hitabın, kelimelerin çarpıp çarpıp anlam kazandığı bünyeler olduk.
Biz kitaplığın yanına oturtulmaya mecbur bırakıldık. Sürekli değişen görüntülerden azad edildik. Sarf edilen çaba kadar ilerleyebileceğimiz sayfalarla yüzleşmek durumunda kaldık. Uzun süre sabit bir yere bakmak vücuttaki sentetik enerjiyi de boşa çıkardı. Yavaş yavaş demlendik. Bronşlara saldıran bu virüs belki de insana biraz oturup dinlemeyi öğretiyor.
Alıştığımız kadroyu hayatımızdan bir anda çıkardık. Kafelerde uzayan sohbetlere, enteresan kapılar önünde verilen instagram pozlarına, kozmetik ihtiyaçlara, kıyafet kombinlerine kısa bir ara verdik. Herkesin yüzü maskeli, güzellik herkese eşit miktarda pay ediliyor. Bu zaman diliminde bir türlü uğramaya vakit bulamadığımız iç sesimize, İkea’dan aldığımız masaya, kendi el yazımıza, ihmal ettiğimiz kitaplara dönüş için bir fırsat yakaladık. Modern gümbürtü sona erdi

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.