Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Mizah Memlekettir"



Toplam oy: 1079
Levent Cantek
İletişim Yayınevi

Şehre Göçen Eşek, mizah ve popüler kültür üzerine bir inceleme kitabı olmanın yanında ülkenin mizahi eser  ve ürünlerinin kaydını tutmuş bir arşiv niteliğinde. Kitap, çizgiromana gönül veren ve kafa yoran Levent Cantek’in çalışması. Cantek bu defa çizgiromanla birlikte anılan, hatta sık sık karıştırılan karikatür ve mizah dergileri üzerine kalem oynatmış  ve bununla da kalmayıp bizim kültürümüzün tüm gülmece unsurlarını irdelemiş.

 

Cantek’in kitaptaki ilk makalesi kuramsal bir bakış sağlayarak zihin açması açısından önemli. Yazar çalışmanın başında tevazuyla; “ ...metnin geneline hâkim olan zihinsel açılımların J.C. Scott’tan esinlenerek oluşturulduğunu, bir çömezin ustasına duyduğu bağlılık ve minnet hisleriyle belirtmeliyim” derken çalışmanın izleyeceği güzergaha dair de yol gösteriyor.  Scott’ı önceden bilenler için bu  nitelikli bir ipucu, bilmeyenler içinse güzel bir tanıştırma. Bu noktada hatırlamakta fayda var: Dilimize de çevrilmiş olan Tahakküm ve Direniş Sanatları adlı çalışmasında Scott, “gizli direniş” kavramsallaştırmasını ana eksene oturtmuştur.  Scott’ın bu kitabına başlarken paylaştığı bir Etiyopya atasözünü Cantek de kendi makalesinde alıntılamış: “ Akıllı köylü, büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğilir; ama sessizce osurur.”  Bir tür gizli direnişi ve oyunu çağrıştırması açısından bu sözün mizahla ilişkisini kurmak zor değil. Mizah üzerine yapılmış bir çalışmaya ayrıca yakışan bu atasözünün paylaşılması, hem Scott’la ilgili öngörü sahibi olmayı  hem de Cantek’in çalışmasının takibinin kolaylaşmasını sağlıyor. 

 

Scott’un açtığı yolda Arendt, Foucault gibi düşünürlerle ilerleyen ve sağlam bir kuramsal temel oluşturan ilk makaleyi tarihi birer kayıt niteleğindeki diğer makaleler takip ediyor. Hayranlık uyandıran görsel malzemeler çalışmayı renklendirmekle kalmıyor; resmi tarih yazımın boşluklarını doldurarak da okuru ikna etmeye yardımcı oluyor. 

 

Arşivden çıkan, devlet büyüklerine ait karikatürlerin bazıları, cüretkarlıkları itibariyle şaşırtıcı. Kadının karikatürlerde konumlanışıysa tanıdık. Bu durumun güzel bir örneği sayılabilecek, Atatürk’ün “kurucu baba” olarak çizildiği, 1921 tarihli Güleryüz dergisinde yer alan karikatürü Cantek’in kaleminden dinleyelim: “ ‘Gazi Paşa ve Mahbubeleri [Sevgilileri]’ başlığı altında sunulan karikatürde Mustafa Kemal, dev görünümünde, ayakta resmedilmiştir. Mağrur bir ifadeyle ufka bakmaktadır. Üzerinde, ayak dibinde ya da üstüne çıkmaya çalışan ‘küçük’ kadınlar görülmektedir. (...) Resmedilen kadınların üzerine temsil ettikleri ülkelerin adları yazılmıştır: Yunanistan, İran, Arnavutluk, Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan. Hepsi içinde bulundukları koşullardan kurtulabilmek için Mustafa Kemal’den yardım beklemektedir.” Bu karikatürün, o yıllarda Mustafa Kemal’in konu edildiği üç karikatürden biri olduğunu da not düşmek gerek. 

 

Resmi tarihe bu karikatürlerle biraz olsun tebessüm kattıktan sonra başka gülmece unsurlarına uzanıyor makaleler ve okuru eski Türk filmlerine kadar sürüklüyor. Yedinin de yetmişin de tanıdığı Münir Özkul gibi isimleri anarak ve Cevat kurtuluş, Vahi Öz gibi özellikle bizim kuşağın az bildiği isimleriyse hatırlatarak Türk filmlerinde açığa çıkan bir dönemin mizah anlayışını, ustalara selam ederek masaya yatırıyor. Yalnızca sinemanın gülmece ustaları değil; bugün aramızda olan ya da olmayan pek çok başka ustanın ismi de makakelerde çeşitli vesilelerle anılıyor. Markopaşa vesilesiyle anılan Sabahattin Ali’nin yanında Aziz Nesin, Oğuz Aral,  Cilalı İbo, Adanalı Tayfur ve Turist Ömer de geçmişten anılan isimler arasında...

 

Kitabı bitirirken yazar, kendisine ait bir tür mizah güncesiyle uğurluyor okuru: “Mizah Mahallesinde Aylak Aylak” başlıklı yazısında, “mizah memlekettir” diyor söze başlarken ve geçmişten bugüne gelen, memleketin mizahi geleneğinin  ve de tüm mizahi malzemesinin, film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesini sağlıyor. Ortaoyunundan, karikatüre, karikatürden Türk filmlerine mizahın tatlı sularında aylak aylak bırakıyor kendini, ama hep derinleşmeye de çalışarak...

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.