Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Mürekkep yalamış bir gelinciğin sonu gelmez maceraları



Toplam oy: 818
Halil Babilli
April Yayınları
İnternette peyderpey yayımlanan "Gelincik Theo'nun maceraları" nihayet iki kapağın arasına girdi, ete kemiğe büründü, Bin Yıllık Hemşehri olarak göründü.

İnsanın içinde gizli bir yerlerde gerçeğin kurguyla harmanlandığı tarihi anlatılara karşı önüne geçilemez bir merak var. Hele bu anlatılar fantastik öğeler de barındırıyorsa, al gözüm seyreyle denecek bir temaşa ortaya çıkar. Buna bir de tefrikanın o sabahları erkenden uyandıran güzelliğini ekleyin. Halil Babilli’nin Bin Yıllık Hemşehri’si tam da böyle bir fantastik roman. Meraklıları, “Gelincik Theo’nun maceraları”nı iple çekiyordu. İnternette peyderpey yayımlanan bu müstakil hikayeler nihayet iki kapağın arasına girdi, ete kemiğe büründü, Bin Yıllık Hemşehri olarak göründü.

 

1430 tevellütlü Theophanes Kantakouzenos Bizans’ın mürekkep yalamış, ilmine sınıfına mensup bir ailedesinde büyüyüp kütüphaneci olmuştu olmasına ama İstanbul’un fetih günü esbab-ı mucibesi bilinmez bir şekilde don değiştirip gelincik kılığına girdi. Öldü öldü dirildi, bir türlü temelli ölemeyip lanetiyle yaşamayı öğrendi. O gün bu gündür İstanbul’un altını da üstü kadar bilir ve eski entelektüel meraklarını aynen koruduğu gibi sucuğa da bayılır. Sevgili Theomuz tütün yasağını da görür, insanın ezeli hemcinsini yaratma sevdasının ürünü olan Balat Golemini de. Yeni Dünya’ya da açılıp denizci hikayeleri dinler, Aztek Hıristiyanlarının gizli kitabına da göz atar. Yeniçeri ocağının esnaflık ettiği vakitlere de yetişir, Rum hanımın evinden Karakoncalos’u da kovar. Son olarak da Silifkeli Macit Efendi’yi insanı ele geçiren tılsımlı altın paradan kurtarır.

 

 

Bu haliyle Gelincik Theo’nun maceraları çok eğlenceli, bir solukta okunan ve kurgunun gerçekle buluştuğu anlarda merakı ve heyecanı yükseltmeyi başaran bir roman. Babilli’nin bu kitaba hazırlanırken epey tarih kitabı karıştırdığı ve acayip mahlukatlara, mitlere, şehir efsanelerine özel ilgi gösterdiği muhakkak. Yalnız, bu tarz fantastik romanları okurun hatırında bırakan, okuma deneyimini benzersiz ve insanı tekrar tekrar okumaya iten atmosfer gücünden ve dilden yoksun olduğunu itiraf etmek gerek. Gelincik Theo’nun maceraları kurgu olarak mükemmel ilerliyor. Binamız sağlam, tarihsel veriler ile gerçekle kurgunun iç içe geçirilmesi de sağlanmış fakat bunların üstünde tüm hikayeyi saran bir atmosfer olmadığından boşlukta kalıyoruz. Elbette ağdalı bir dil, uzun tamlamalar ve betimlemeler beklemiyoruz. Ancak yazarın şahsi dehasını ortaya koyacağı, kendi rengini tüm romana sindirecek, kendinden bir şeylerin eksik olduğunu söylemektir niyetimiz. 

 

Dil ağdalı olmasa da, kimi yerlerde Reşat Ekrem’de ve Salâh Birsel’de görmeye meftun olduğumuz Türkçenin dil ve deyim zenginliği, o rindane havayı soluduğumuzda “İşte tam da bu!” demek Babilli’ye karşı borcumuz. 

 

Eleştirilerden maada, Halil Babilli’nin Bin Yıllık Hemşehri’si her ayrıntısı üzerinde incelikle çalışılmış olduğunu belli ediyor. Zevkle ve heyecanla okunuyor. Yerli fantastiğe, hem de içinde göndermeler olan, entelektüel düzeyi yüksek böyle metinlere pek rast gelmediğimizden, Gelincik Theo’nun maceralarının kitap kurtları için iyi bir okuma deneyimi olacağı kanaatindeyiz. Ölümsüz bir gelinciğin hikayeleri de sonsuz olacaktır, dili ve atmosferi daha zengin yeni hikayeler için beklemedeyiz.

 


 

* Görsel: Zeynep Özatalay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.