Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Müzik hiç susmuyordu



Toplam oy: 1045
Ali Deniz Uslu
Yitik Ülke Yayınları
Müzik yazarlığı ve gazeteciliğin sınırlı dünyasında Ali Deniz Uslu, Girdap Balıkçısı ile kendine bir özgürlük alanı yaratmış. Büyük de bir alan bu. Bir ayağı heavy metalde öteki ayağı türkülerde. Her yere yayılmış, her dokuya nüfus etmiş bir özgürlük alanı.

Müzik hiç susmasın. Kenarda bir yerde baştan sonra yeniden çalsın aynı şarkılar. Sabah-akşam çalsın susmasın. Müzik hiç susmasın. Çünkü müzik susarsa biz tükeniriz. Çünkü müzik susarsa anlaşılmaz anlattıklarımız, çünkü müzik susarsa; yazmanın da okumanın da dinlemenin de söylemenin de bir anlamı kalmaz. O yüzden o bir yerde çalsın…

 

Doksanlık kasetin bir yüzü bitince arka tarafını çeviririz sorun olmaz bizim için. Kurşun kalemle kaset sardı, ucuz yapıştırıcılarla cerrahlara taş çıkartan ameliyatlar yaptı bu parmaklar... İşte o yüzden zamane çocukları gibi kalkıp kasetin tersini çevirmeye üşenmeyiz biz...

 

Bırakalım müzik devam etsin ve doksanlık cabrio kasette doksanlar çalsın… Xentrix ile başlasın benim müziğim... Arkasından illa ki Savatage... Kopan kollara inat Def Leppard olsun muhakkak kasedin içinde. Tür gözetmiyorum, heavy metal olsun yeter. Doksanlarda dinledim ben bu müziği; Venom’un üzerine Ugyl Kid Joe dinlerim bana mısın demez bu kulaklar. Onun için önemi yok çalan grubun ama doksanlar olsun yeter. Slayer olsun, Sepultura olsun... Pantera; tabii ki, onlar olmadan karışık kaset mi yapılır yahu… Kambersiz düğün olmaz misali Metallica’yı da koyalım kasetin bir yerine, aman Megadeth’i unutmayalım insan içine çıkamayız sonra… Antrax, Testament, Guns’n Roses bunların hepsi olsun içinde… Yeter ki müzik bir an bile kesilmesin… Çünkü müzik kesilirse doksanlar olmaz. Bizlerin ne dediği anlaşılmaz… Sadece benim değil Ali Deniz Uslu’nun da öyle…

 

Bakmayın Girdap Balıkçısı’nın şimdilerde yayınladığında ya da yakın bir zaman diliminde yazıldığına. Ali Deniz Uslu büsbütün doksanların ruhunu dökmüş kelimelere. Doksanların karanlığını, çıkışsızlığını, umutsuzluğunu, arayışlarını, özlemlerini, arzularını, arada kalmışlığını, belirsizliğini; çekip gidememeyi, bir türlü bitmeyen bekleyişlerini, yarım kalmışlığını, tam olamayışını yazmış ve müziğin sesini hiç kısmamış. Kenarda kalmış düğün salonunda düzenlenen ucuz rock konserleri gibi yazmış Ali Deniz Uslu. Onlar kadar samimi, onlar kadar gerçek ve onlar kadar tutkulu anlatmış hikayesini... İşte bu yüzden hiç susmasın müzik.

 

"Düşündüğümüz anlamda denemeler değil bunlar"

 

 

Ali Deniz Uslu’nun Girdap Balıkçısı adlı kitabı Yitik Ülke Yayınları tarafından yakın zaman önce yayımlandı. Yayınevi Ali Deniz Ulsu’nun kitapta yer alan metinlerini tanımlarken “deneme” başlığını kullansa da aslında onların hiçbiri düşündüğümüz ya da tahmin ettiğimiz anlamda denemeler değil. Hepsi kendi başına okunacak iç hesaplaşmalar, kızgınlıklar, hüzünler, ayrılışlar, haykırışlar; kısacası, hepsi melodilerini kaybetmiş rock baladları. Hem de şimdinin endüstriyel ucuzluğuna bulaşmamış şeyler… Ama rock baladı olmak için biraz geç kalmışlar sanki, biraz yanlış zamanda doğmuşlar. Sözler ortaya çıkmış, ama o sözleri taşıyacak notalar bu çağda anlamlarını yitirmiş... Ve sözler karşılık bulamamışlar...

 

Müzik yazarlığı ve gazeteciliğin sınırlı dünyasında Ali Deniz Uslu, Girdap Balıkçısı ile kendine bir özgürlük alanı yaratmış. Büyük de bir alan bu. Bir ayağı heavy metalde öteki ayağı türkülerde. Her yere yayılmış, her dokuya nüfus etmiş bir özgürlük alanı. Ali Deniz Uslu; Girdap Balıkçısı'nda, her gün yazdıklarının dışına çıkmış ve yazmak istediklerine odaklanmış. Ama özgürlüğün içine de saplanıp kalmamış sanki. Acelesi var gibi yazmış her şeyi...  Biraz sonra özgürlüğü elinden alınacak, biraz sonra baskıya sayfalar yetişecek, biraz sonra yazılması gereken bir haber varmış gibi yazmış. Yazdığı onca şeyin arasından sigaradan şöyle okkalı bir nefes alır gibi yazmış Girdap Balıkçısı'nı… Köpek öldüreni bir dikişte yarılar gibi yazmış ve yazdıkça açılmış… İşte tam da bu yüzden müziğin sesini hiç kısmamış...

 

Girdap Balıkçısı’nı ben böyle okudum. Bir bütünlük aramadım, bir bağlantı kurmadım metinler arasında. Çünkü müziği hiç kısmadım. Bazen öfkesine baktım yazarın, bazen sevincine, bazen öyküsüne imrendim, bazen “Ne kadar da tanıdık” dedim. Bazen aşkını, bazen ayrılığını gördüm. Bazen ağladığını, bazen güldüğünü, hırçınlığının onu nasıl tükettiğini… Ama bunların yanında bir adam vardı. İşte müziğinin kısılmamasını isteyen adam… Toplamı oydu, sayfaların bütünündeki bu adamı tanıyordum. Müzik yazılarını takip ettiğim Ali Deniz Uslu’yu onun kadar tanımıyordum mesela. Kitaptaki adam, belki o rock baladlarını yazan ya da onları okuyan; ucuz şarap eşliğinde müzik dinliyordu. Doksanların sonunda bir işçi kasabasında zamanı doldurmak için biriktiriyordu bira şişelerini, öksürmediği halde öksürük şurubu alıyordu eczaneden ve müzik hiç susmuyordu. Adam büyük şehrin girdabında ayık kalabilmek için balık tutuyordu… Ve müzik hiç susmuyordu.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.