Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Neil Gaiman ve tanrıları



Toplam oy: 1476
Neil Gaiman
İthaki Yayınları
Anansi Çocukları Gaimanseverlerin uzun zamandır beklediği çevirilerden biriydi aslında. Onun son kitabının piyasaya çıktığı haberi içimizde bir heyecan topu gibi zıplamaya başladıysa da en azından o çevrilene kadar avuntumuz Anansi Çocukları’nı kütüphaneye koymuş olmak.

Neil Gaiman bir anafor yaratıcısıdır. Bir örümcek ağı örücüsü. Bir tür edebi bubi tuzağı uzmanı… Sıfatı ne olursa olsun satırlarına yapışmanızı sağlayan bir tür büyü kullandığını düşünürüm zaman zaman. Dünyası dünyamız olsun, doğaüstü güçler cirit atsın ama bunların hepsi aslında günümüzde vuku bulsun desek, onun kitaplarından birini tasvir etmiş oluruz. Yarattığı kurgu sokağın köşesini döndüğünüzde çarptığınız adamın bir tanrı olabileceği yönündedir. Ya da Şişko Charlie gibi az önce gömdüğünüz babanızın bir tanrı olduğunu öğrenme ihtimaliniz üzerine (e bu durumda siz de tanırının oğlu oluyorsunuz ama buna birazdan geleceğiz).

 

 

 

İllüstrasyon: Yuko Shimizu


Anansi Çocukları Gaiman severlerin uzun zamandır beklediği çevirilerden biriydi aslında. Onun son kitabının piyasaya çıktığı haberi içimizde bir heyecan topu gibi zıplamaya başladıysa da, en azından o çevrilene kadar avuntumuz Anansi Çocukları’nı kütüphaneye koymuş olmak. 

 

Hemen her kitabının başında daha öyküye başlamadan gülümsetecek kişisel bir not iliştirir Gaiman; Amerikan Tanrıları’nda “İhtiyar ve Gezginler için Uyarı” vardır örneğin ya da Terry Pratchett ile birlikte yazdığı Kıyamet Gösterisi’nde başka bir uyarı dikkati çeker: “Kıyameti başlatmak tehlikeli olabilir. Sakın evde denemeyin.” Anansi Çocukları ise sanırım kitabı eline alan kimsenin kolay kolay unutmayacağı bir ithaf cümlesiyle başlıyor: “Nasıl olduğunu bilirsin. Kitabı alırsın, ithaf sayfasını açarsın, bir de bakarsın ki yazar, kitabı, yine sana değil bir başkasına ithaf etmiş. Bu kez değil ama. Çünkü henüz tanışmadık/birbirimizi uzaktan tanıyoruz/birbirimize deli oluyoruz/uzun zamandır görüşmedik/bir şekilde dostuz/hiç tanışmayacağız, ama eminim ki buna rağmen birbirimizi hep çok seveceğiz... Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Nedenini ve sana ne dilediğimi en iyi sen bilirsin.”


Peki o zaman duygu selini bir yana bırakıp tanrılara geri dönelim. Evet, Gaiman’ın hemen her kitabında değişik şekilde çıkmayı başarır tanrılar. Amerikan Tanrıları’ndaki kredi kartı ya da televizyon tanrıları gibi, gündelik sorunları olan ve birbirleriyle savaşan tanrılar gibi...  Onun tanrıları yaratmaktaki başarısı bizim okumaktaki bağımlılığımıza denk düşünce Gaiman’ın edebiyatın rock yıldızı olarak anılmasında bir sakınca olmadığını düşündürüyor. 

 


Bu sefer tanrının oğluyla tanışıyoruz. Ki o bile bunu bilmiyor. Anansi, Batı Afrika ve Karayip’lerin örümcek tanrısı! Ölümünün hemen ardından babasının bir tanrı olduğunu öğrenen, şişman bile olmayan Şişko Charlie... Bununla başa çıkması ne kadar kolaysa hayatı boyunca haberi olmadan büyüyen kardeşinin varlığından haberdar olmak o kadar kolay olsa gerek. Üstelik Charlie işinde gücünde, evlilik hazırlıkları yapan sıradan –hatta fazla sıradan– ama yolunda bir hayat sürerken; üstelik kardeşi Örümcek onun tam tersiyken... İkna kabiliyeti, muzırlık, bencillik ve karizma gibi tanrı olan babasında olan tüm özellikle ne hikmetse Örümcek’te toplanmıştır. Ama o yine de Şişko Charlie’nin hayatının daha çekici olduğuna karar verip bir nevi onu ele geçirir. Örümcek, Şişko Charlie’nin tüm özelliklerinin negatif bir kopyası gibidir ya aslında...

 

Neil Gaiman satır arasına yerleştirdiği şahane metaforlarla inceden işler cümleleri. Siz o başta söylediğim anaforda dönüp dururken, o kulağınıza tanrının da şeytanın da içinizde olduğunu fısıldar. Onlara aslında sizin istediğiniz özellikleri verir ve bunu doğru kullanamamalarını sağlar. Bir kısım ondan nefret ederken bir kısım da çok sever... Böyledir Gaiman’ın tanrıları; kaplanların başrolde olduğu öykülerin içinden onları silip yerlerine örümcekleri yerleştirir. Bunu yaparken kendine özel metotlar kullanır hiç şüphesiz. Zira her kitabının kendine has bir şarkı listesi vardır. Anansi Çocukları’ndaysa insanın gücünü şarkılardan aldığının altını çiziyor sık sık ve yaşadığımız dönem itibariyle de insanı koltuğa mıhlayan şu cümleyle yapıyor bunu: “Şarkılar kalıcıdır. Şarkılar süreklidir. Bir şarkı doğru söy-lendiğinde, imparatorları maskara eder, hanedanları devirir. Şarkıların anlattıkları olaylar ve insanlar, toprağa ve düşe ve yokluğa karıştıktan çok sonra bile yaşamaya devam ederler. Şarkıların gücü budur.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.