Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Paulo Coelho ve Türkiye'nin ruhunun hikâyesi: Elif



Toplam oy: 1171
Paulo Coelho
Can Yayınları

Paulo Coelho bir fenomen. Piyasa ekonomisinin kavramları ile konuşursak bir “marka”. Öyle bir marka ki, büyük markalar bile ona ihtiyaç duyuyorlar. Onların reklamlarında oynuyor, yıllık tanıtım kitaplarına makaleler yazıyor. “Kitabı en çok dile çevrilmiş yaşayan yazar” olarak Guinnes Rekorlar kitabına girmiş bir isim. 65 milyonu geçen satışı ile “Simyacı”tarihte en çok satan kitaplardan birisi olmuş durumda. Portekizce açısından bakarsak bu dilin gelmiş geçmiş en çok satan yazarı. Onu, romanlarını kimi basit felsefeleri yalın bir dille hikâyeleştirerek yazmakla eleştirenler haklı ise, Coelho'yu bakırdan altın üretebilmeyi başarmış ilk Simyacı olarak da görebiliriz.

 

Coelho'nun ilginç bir yaşam öyküsü var. Neredeyse bütün romanlarında bu öyküden izler bulmak mümkün. 1947 yılında Rio de Janeiro'da doğar. Çocukken ailesi tarafından dini bir okula gönderilir. Ama o kendisini bildiği andan itibaren yazar olmak ister. Gençliğinde ailesi tarafından bir psikiyatri kliniğine yatırılır ama kaçar. Sonra hippi olur, 60'lı yıllarda tüm Amerika kıtasını ve Avrupa'yı bir hippi olarak dolaşır. Brezilya'ya dönüşünde şarkı sözleri yazar, otlarla, satanizmle, gizilcilikle (okültizm) haşır neşir olur. 1974 yılında, yazdığı şarkı sözleri Brezilya'daki askeri diktatörlük tarafından sol eğilimli ve tehlikeli bulunarak tutuklanan Coelho, bir hafta süre ile işkence görür. İlk kitabını 1982'de yayınlar, kitap başarılı olmaz. Kendi ifadesi ile hayatının dönüm noktası “Hac” romanının konusu olan 1986 yılında Santiago de Compostela'ya yaptığı hac yolculuğudur. Bir anlamda Hristiyanlık ile yeniden buluşmasını da simgeler bu yolculuk. Hac sonrası kendisini tamamen yazmaya adar. 1987'de Simyacı'yı yazar, 1988'de yayınlanan kitabın patlaması için bir sonraki kitabı olan “Brida”nın basılması gerekecektir. 90'lı yıllar Coelho'nun hızla dünya çapında bir fenomene dönüştüğü yıllar olu

 

İki başkahramanından birisi Türk

 

Coelho yaşayan ünlü yazarlar arasında belki de Internet'i en fazla ve en iyi kullanan yazarlardan birisi. Sürekli güncellediği bir blog'u (http://paulocoelhoblog.com ) var. Hayranları ile sürekli iletişim içerisinde, Twitter kullanıyor. Facebook'taki hayran sayısı 4,5 milyonu geçmiş durumda. Geçtiğimiz ay kitapları İran'da yasaklanınca Farsça çevirileri ücretsiz olarak dağıtmaya başladı. Bir dönem Rusya'da baskı ve dağıtımda sorun olduğunu öğrendiğinde, ücretsiz Rusça kopyaların dağıtılmasını bizzat kendisi başlatmıştı.

 

Coelho'nun son kitabı “O Aleph”, “Alef” ya da “Elif”; bu yıl içinde yine onlarca dünya diline çevrilmiş olacak. Türkiyeli Coelho hayranları şanslı sayılırlar, nitekim Türkçe kitabın Portekizce dışında  yayınlandığı ilk birkaç dilden birisi. Bakalım bu yeni kitabı Simyacı'nın Türkiye'deki satış rekorunu kırabilecek mi? Zira bu kez romanımızın iki başkahramanından birisi bir Türk, Hilal isimli 21 yaşında bir genç kız, diğeri ise Coelho'nun kendisi. Evet, yanlış okumadınız: Elif, Paulo Coelho ile Hilal'in hikâyesi.

 

Trans Sibirya varsa gelirim!

 

Coelho, bunalımda olduğu, “Ben bittim artık” dediği bir dönemde; 59 yaşında, çok yakın arkadaşı, mürşidi J.'nin “Gitme vaktin geldi, vur kendini yollara” tavsiyesine uyarak yollara düşmeye karar verir. Yolculuğa çıkmadan önce eşi ve arkadaşları ile birlikte iken arkadaşlarının tanıştırdığı Faslı bir medyum bir kehanette bulunur: “Türkiye’nin ruhu bütün sevgisini kocanıza verecek. Fakat kocanız kanı akmadan aradığını bulamayacak.” Coelho bu kehaneti yollara düşmemek için bir neden olarak görüp, programındaki Londra Kitap Fuarı yolculuğundan sonra Rio de Janeiro'ya dönmeyi planlar. Ancak fuarda birdenbire fikir değiştirir (Çin Bambusu!) ve neredeyse kendisini davet eden bütün ülkelerin davetlerini kabul eder. Bunlardan birisi de Rus yayıncısıdır. Rus yayıncıya nicedir hayalini kurduğu Trans Sibirya demiryolu yolculuğunu organize ederlerse, Rusya'ya da gelebileceğini söyler. Rus yayıncı hemen kabul eder, hiçbir şeyi merak etmemesini, her şeyi istediği gibi organize edecekleri sözünü verir.

 

Edebiyatın neresinde durduğu tartışılır

 

Trans Sibirya demiryolu hattı tüm dünyadan trenseverlerin hac yolu gibidir. Bir dönem benim de yapmayı planladığım sonrasında değişik nedenlerle erteleyip, henüz gerçekleştiremediğim uzun bir yolculuk. Tamı tamına 9288 kilometre. Moskova'dan başlayıp, Pasifik Okyanusu kıyısında; Vladivostok'ta son bulan dünyanın en uzun trenyolu rotalarından birisi.

 

Coelho da Rus yayıncısının teklifini kabul etmesi ile bu yolculuk için Moskova'ya gider. Kaldığı otelin kapısında bir genç kız yanına gelerek ellerine sarılır ve “Seninle konuşmam lazım. Sırf bunun için Yekaterinburg’dan geldim.” der. Kızın adı Hilal'dir, 12 yaşından beri Rusya'dadır. Çok başarılı bir keman sanatçısıdır.

 

Hilal, Coelho'nun çıkacağı yolculuğu bilmektedir ve ne yapıp edip bu yolculuğa onunla çıkmak amacındadır. Hilal'in amacı nedir? Coelho Hilal'in yolculukta kendisine eşlik etme isteğini kabul edecek midir? Coelho ile Hilal arasında ne tür bir ilişki vardır? Medyumun kehaneti Hilal ile mi ilgilidir?

 

Elif'in ilginç karakterlerinden bir diğeri de Coelho'ya Trans Sibirya rotasında rehberlik yapan Yao. Yao, Çin'de doğmuş, iç Savaş sırasında  ailesi ile Brezilya'ya sığınmış, Rusya'da dil hocalığından emekli olmuş 70'li yaşlarında bilge ama takıntılı bir kişilik. Onun da yaşamını belirleyen aşkla ilintili bir takıntısı vardır. Yao sayesinde öyküye doğu felsefeleri de eklemleniyor. Coelho yolculuk sırasında zaman zaman Yao ile Aikido yaparak arınmaya çalışacaktır.  Düğüm noktalarından birisi olan bir gece yarısı Baykal Gölü'nün ortasındaki bir adacıkta yapılan şaman ayini de Yao sayesinde gerçekleşecektir.

 

Coelho'nun edebiyatın neresinde durduğu tartışılır. Bu konuyu 50-100 yıl sonrasının edebiyat tarihçilerine bırakmak en doğrusu. Ancak tartışılamayacak olan yazarlık başarısıdır. Beğenelim ya da beğenmeyelim işini iyi bilen, kendi yaşamından ya da başka yaşamlardan hikâyeler üretebilen ve bu hikâyeleri bütün dünyaya okutan bir yazar var karşımızda. Bu yeni otobiyografik romanının merkezine koyduğu konu reenkarnasyon ya da yeniden doğum. Değişik din ve inanç sistemlerinde farklı biçimlerde gerekçelendirilen bu konunun etrafında örüyor hikâyesini Coelho. Bu hikâyenin ne kadarı gerçek ne kadar kurmaca?

 

Romanda belirtilen tarihte Coelho'nun Trans Sibirya yolculuğu yaptığını biliyoruz. Yolculuk, yolculuk sonrasında Putin ile görüşmeleri... Bunların hepsi gerçek. Hatta Blog'unda Hilal'in (Hilal genç kıza Coelho tarafından verilen takma ad)  gözleri kapalı bir fotoğrafı bulunuyor.

 

Okur olarak bizim payımıza düşen yalnızca bir roman. Bu romanın azı ya da çoğu Coelho'da; biz “fark”ı asla bilemeyeceğiz. Belki de güzel olan budur. Bu romanla ilgili değerlendirmeler de geniş bir spektruma dağılacak. Çok sevenler, hayatı değişenler, kendini bulanlar, nefret edenler olacak. Peki Coelho külliyatı içerisinde nereye oturur? Bence ilk üçe girer. Benim gibi bu tarzın hayranlarından birisi olmasanız bile büyük bir olasılıkla kitabı bitirdiğiniz zaman en azından başarılı bir kurgu ile iyi bir hikâye okumuş olmanın huzurunu yaşayabilirsiniz. Coelhoseverlerin ise zevkten dört köşe olacakları kesin.

Yorumlar

Yorum Gönder


bende kitabın adından etkilenerek alanlardan biriyim.Özellikle esas kızın Türk olması kitabı daha da ilginç kılmıştı gözümde.Ancak okurken tam bir hayal kırıklığı yaşadım çünkü kızın adının Hilal olmasının dışında Türklük islamlık veya Türkiye ile ilgili hiçbirşey göremedim.Şunu da belirtmeliyim ki Elif in ne olduğunu anlamak için hayli kafa yordum.Neden derseniz spiritüel konularla pek de ilgisi olmayan biri olarak kafam karıştı ve ben bu olayı çözemedim.Yazarın hayatından bir kesit okuduğumu sanıyorum ama çok gerçekçi gelmedi açıkçası.Bu dünyaya beş kez gelmiş olması hatta birinde de kadın olarak gelmesi...böyle şeyler bana çok gülünç geliyor.Tabi inanlara saygım sonsuz ne diyebilirim ki

25%
75%

İnanın sadece prensip gereği başladığım kitabı bitirdim. Okurken artık midem bulanmaya başladı.. ŞİDDETLE OKUMAYIN DİYORUM

40%
60%

Ben kitabı yeni bitiren biri olarak ilk önce şunu söylemek istiyorum.. /romanı okumayanlara özellikle/ Yukarıda ki yazıda da bahsedildiği üzre yazar başarılı bir hikaye ve kurgu ustası! ELBETTE OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM.
Fakat eserin ismi Elif olmasına rağmen 'ELİF'in ne olduğunu net bir şekilde ifade etmeyen ve meşhur Türk kızı Hilal'i merkeze alarak ülkemizden izler taşıdığını sanmayın. Hilal karakteri gerçek bir kurgu unsuru olmanın ötesine geçemeyen plastik bir karakterdir.! kitap daha ziyade Doğu mistizmi, sufizm ve benzer farklı inanç ve felsefi öğelere ağırlık vermekte dolaysıya müslüman mahallesinde salyangoz misali tutmayan bir formül uygulayarak kafaları ciddi şekilde karıştrabilir.

Diğer bir konu ise.. eserin ticari tanıtımı, reklamı vs.. tüm bu çalışmalar içeriğin bile önüne geçerek sırf bu yüzden (Tür karakterine verilen kurgusal ismin HİLAL olması ve eserin adının özenli! şekilde ELİF olmasının vurgulanması gibi) merak uyandırıp satın alınması dolaysıyla yazarın pratik ticari zekasına kurban gidilebileceğine de dikkati çekmek lazım.

36%
64%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.