Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Pikaresk mesel



Toplam oy: 1191
Jose Saramago
Kırmızı Kedi Yayınevi

Bir Can Yücel şiirinin adıydı mesel. Öyle öğrendim. Eğitici, ders verici hikâye. Kutsal kitaplarda anlatılan türden. Saramago’nun Kabil’ini okurken hatırladım. Baksanıza kuzum aşağıdaki dizelere, sanki şair de okumuş da yazmış.



Ters bir nota verdi Tanrı Elçisi:

Zaptiyelerdeydi en büyük hata!

Denize dökünce Marx’ı, Engels’I,

Kitaplardan geçti balıklara da

Diyalektik materyalizm illeti!..

Ne mucize, ne ağ, ne de tırata,

Yutmuyorlar artık! diye diretti.



Arkadaştır kafamda Can Yücel ve Saramago. Böyle düşünmek mutlu ediyor. Karılarına aşıktırlar, tanrıya değil insana inanırlar. Bir de toprağa. Sansüre, faşist baskıya karşı sosyalizmden yana dururlar. Can sözcükleri büker, Jose cümleleri. Aynı iğneli, küfürlü dili konuşurlar, sadece ikisinin anladığı bir şakaya gülerler. Gülmek demişken, Eski Ahit mesellerini yeni bir kurmaca üzerinden anlatan Kabil’in, Kral James İncili’nin 400. yılının kutlandığı yılda, Alain de Button’un Ateistler için Din adlı eseriyle yanyana kitapçı raflarında olmasının ironisi karşısında okkalı bir kahkaha atarlardı değil mi?



Saramago, yaşamına bir başyapıt sığdırmıştır. Körlük romanı ona hem Nobel, hem de daha önemlisi Harold Bloom’un övgüsünü kazandırır. Saramago yaşamına sansürü ve sürgünü sığdırmıştır. İsa’ya Göre İncil yüzünden Vatikan’dan veto yer. Kabil, ne yazık ki bu iki önemli yapıtın gölgesinde kalıyor. Ölmeden önce yazdığı son kitap olduğundan katartik bir veda elimizdeki. Hoşçakal Saramago.



Din, kurmacadır



Tarihi kanona başkaldırmak, olası olmayanı olur kılmak, rüyalar ve sanrıları yazmaktır Saramago’nun işi. İroniktir, kötümserdir ama edilgen ve küskün değildir kötümserliği. Kuşkulu bakış açısıyla okurun kanına girer, onu sorgulamaya yöneltir. Organize yalanlar, insanlık tarihini oluşturur. Öyle bir dogmadır ki bu, neredeyse kendi diyalektiğini sipariş eder.



Sakin başlıyor anlatmaya, din kurmacadır felsefesiyle yola çıkıyor. Uyarıyor: “Bir tarihçi titizliğiyle adım adım kurduğumuz anlatı muhtemelen bize zarar verecek. O dönemin dil ve düşüncesini, bizce çözümsüz ve çifte gizemini kendi dilimize aktarmakla yetindik.”



Adem ile Havva'nın çocukları Efendi'ye yetiştirdiklerini sunarlar. Efendi, Habil’in sunduğu kuzuyu, Kabil’in sunduğu tahıllara tercih eder. Habil böbürlenir, Kabil kıskanır ve kardeşini öldürür. Efendi Kabil’i bir zamanda yolculuğa gönderir ceza olarak. Kabil yolculuğu boyunca Efendi'nin adaletsizliğini, insanı insana düşürmesini izleyecek ve kendi cinayetinden de Efendi'yi sorumlu tutacaktır. Fark edecektir ki asıl öldürmek istediği Efendi'dir. Başarabilecek midir? Saramago, “Efendi öldü” diye bağırabilecek midir Nietzche gibi?



Tandık karakterler, bir de eşek



Kitaptaki karakterlerin hepsi Eski Ahit’ten. Tanıdık. Kim günahkar, kim suçlu, kim kurban biliyoruz. Hem Doğu hem Batı edebiyat metinlerinde defalarca kendilerine ya da benzer karakterlere rastladık. Dinler tarihinin kanonu, edebiyata da böylece bulaştı. İlk bölümde, Efendi'nin “hiç düşünmeden, en ufak bir önlem bile almadan, gırtlaklarına birer dil tıkıştırdığı” Adem ile Havva ile tanışıyoruz. Efendi, yarattığı insana konuşma yeteneği verdiğinde, bunun insanoğlunun hem sonu, hem kurtulmak için en büyük umudu olduğunun farkında değil. Efendi adaletsiz, kötü, kıskanç bir manipülatör. Melekleri de fazla çalıştırıyor.



Kadınlar, erkekleri parmaklarında oynatıp onlara ihanet ediyor. Havva'nın günahlarını bilmeyen yok zaten. Hatta Saramago, cennetten kovulduktan sonra aç kalan Havva'nın kapıda bekleyen azrail ile flört ettiğini, hatta Kabil’in babasının bu melek olabileceğini bile ima ediyor. Büyük aşkı lilith ise, çocuğu olmayan kocasına karşılık alternatif damızlık gibi kullanıyor Kabil’i. Nuh'un gemisinde, Nuh'un karısı ve gelinleriyle “insan soyunu çoğaltmak” adına birlikte olarak damızlık görevini sürdürüyor. Günah kavramını dini bağlamdan kurtarırsak, günah işleyenle gücü elinde tutan aynı kişi değil mi?



Eski Ahit hikâyelerinde sıkça rol alsa da, kitabın en şaşırtıcı karakteri Kabil’in eşeği. Çünkü bu eşek, Kabil’i zamanda yolculuğa çıkarıyor. Bu eşek, ağırlığınca altın eden bir zaman makinesi. Nereye gideceğini bilmeden başıboş çorak diyarlarda ve yüzyıllar arasında sürüklenmeye mahkum Kabil’in tek yol göstericisi. Eşek, edebiyatın sevdiği bir figürdür. Saramago burada avare gezginlerin yolculuklarını anlatan geleneksel İspanyol pikaresk romanlara, belki de Cervantes’e şapka çıkarıyor, veda ediyor. Hoşçakal edebiyat.



Yeniden kurgulanan Eski Ahit hikâyeleri, güncel politik ve toplumsal sorunları da yansıtıyor. Saramago’nun politik duruşunu hissediyoruz. Kabil, Sodom’da eşcinsel haklarını savunuyor. İsrailoğullarının 36 asker uğruna katlettiği bir halkın yanında savaşıyor, babası İbrahim’in şiddetine maruz kalmadan küçük oğlanı kurtarıyor.



İnsanoğlu varolmayı haketmiyor



Kitabın sonunda, zaman makinesi eşeğimiz Kabil’i ağaçlar arasında inşa edilmekte olan Nuh'un gemisine getirir. Efendi insanlar için düşündüğü son numarasını sahneye koymak üzeredir. Üzgündür. İnsanlar kötücül emellerle yoldan sapmışlar, Efendi'yi hayalkırıklığına uğratmışlardır. Çözüm bir tufanla insanları öldürmek, Nuh'un ailesinden Kabil’in de yardımlarıyla yeni bir soy yaratmaktır. Efendi bu kez “iyi” insanlar, “iyi” kullar sahibi olacağını ummaktadır. Kabil, birden bire suçlu bir avareden, insanlığın yeni babası, tohumlarıyla yeni soyu yaratma görevi verilen süper kahramana dönüşmüştür.



Kabil ve Efendi arasında geçen ve suyun kaldırma kuvveti ve sel sularının koca gemiyi yüzer kılmasının fiziksel imkânsızlığı üzerine diyalog kitabın en eğlendiren, Saramago’nın zekâsının en çok parlayan bölümü. Masalları gerçeğe dönüştürürken büyülenir, gerçekle bizi yüzleştirirken kendimize geliriz. Budur mucizesi Saramago’nun. Edebiyatın mucizesi bu olmalıdır.



Saramago taraf değiştiriyor. Kabil aklın sesi, neredeyse tövbekar, suçunun cezasını çekerken iyilikler yapan biri değil artık. Efendi’nin gücünün zayıfladığını anladığı için intikam vaktinin geldiğini görüyor. Kabil, bir seri katil gibi, gemideki bütün kadınları seviştikten sonra öldürecektir. İnsanoğlu varolmayı hak etmemektedir. Kendi günahkar tohumundan iyicil bir soyun yetişmesi beklenemez. Efendi'yi öldürmekten daha büyük intikam, onu insansız bırakmaktır. Böylesi bir ontolojik bakış açısına hazır mısınız?



Kötümser, iyimser



Saramago’nun kendi ölümünü çok yakın hissetiği bir yaşta yazdığı bu kitabın sonunda insanlığı tamamiyle öldürmesi kötümserlik gibi görünse de, Saramago okuru bunun hayata bir nanik olduğunu bilir. Bütün inançsızlığı içinde, inandığı tek şey zamandır. Hayat birbiri ardına dizili şimdiki zamanlardan oluşur. Zamanı, birbirine yol açan davranışlarımız ve seçimlerimiz ilerletir. Özgür irade, geleceği, yani sırada bekleyen bir sonraki şimdiki zamanı olası kılar. Biz yaşadığımıza göre, Efendi bir yolunu bulup yeni bir insan soyu yarattı. Konuşabildiğimize göre, aynı hatayı yapıp bize birer dil verdi. İstediğimiz zaman konuşup Efendi'yle tartışabiliriz.



Ters bir nota verdi Tanrı Elçisi:

Zaptiyelerdeydi en büyük hata!



Saramago bu iyimser umutla öldü.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.