Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Puşkin’in gözünden Kafkasya ve Doğu Anadolu


Şahane
Toplam oy: 659
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin // Çev. Ataol Behramoğlu
İş Bankası Kültür Yayınları
Erzurum Yolculuğu, 19. yüzyılın ilk yarısında Moskova’dan Erzurum’a, tüm Kafkasya ve Doğu Anadolu coğrafyası hakkında Puşkin’in gözünden eşsiz bilgilerle ve notlarla dolu.

Hiç kuşkusuz, Rus edebiyatının dünyaya armağan ettiği en büyük isimlerden biri Puşkin; Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Gogol’ü etkilemiş öncü bir yazar. Şiire, yazıya ve konuşmaya daha çocukluktan olağanüstü yeteneği olan Puşkin, tarihe de meraklıydı. Örneğin İlber Ortaylı, Puşkin’in tarihe olan ilgisini şöyle anlatır: “Hicvi kuvvetliydi. Tabiatı tasviri kuvvetliydi. Mitolojiyle ve masallarla büyüdüğü için renkli bir anlayışı vardı ve bir tarihçiydi. Pugaçev İsyanı tarihini yazdıktan sonra Kapitanskaya Dochka (Yüzbaşının Kızı) ortaya çıkmıştır. Böyle bir kuvvetli romanın, kuvvetli bir tarih tetkikine dayanması gerekir veya Boris Godunov’u yazarken onun aynı zamanda Rusya tarihinin bu bölümünü çok iyi incelediğini bilmemiz gerekir.”



Puşkin’in1828-29 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Moskova’dan Erzurum’a yaptığı yolculuğu anlatan Erzurum Yolculuğu, bugünlerde yeniden yayımladı. Puşkin Nişanı sahibi Ataol Behramoğlu’nun notlarıyla zenginleştirilmiş ve el yazmasının yayımlanmamış bölümlerini de içeren bu çeviri, 19. yüzyıl başında Doğu Anadolu’daki günlük yaşama ilişkin eşsiz bilgileri, Puşkin’in kaleminden okuyucunun önüne getiriyor.



Kitaptan alıntılara geçmeden önce, Puşkin’in Erzurum yolculuğu hangi döneme denk geliyor ona bakalım. 1828’de Osmanlılar ile Rusya ilişkileri Yunanistan’da başlayan bağımsızlık hareketi yüzünden yeniden gerilmişti. Yunan isyanı İngiltere, Rusya ve Fransa’da destek buluyordu. Bu üç ülkenin Yunanistan'a bağımsızlık verilmesi talebi Sultan II. Mahmut tarafından reddedilince Mora yarımadasındaki Navarin Limanı’nda demirli Osmanlı donanması yakıldı. Böylece Osmanlı-Rus savaşı başlamış oldu.


 
Yeniçeri ocağı yakın zamanda kaldırılmış, yerine yeni ordu kurulmuştu. Osmanlı güçleri Rus kuvvetleri karşısında tutunamadı. Batıda Eflak ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar Tuna'ya kadar inip Balkanları aşarak Edirne, doğuda ise Erzurum'a kadar ilerledi. Doğu’da, General Paskeviç komutasındaki Rus ordusunun beraberinde Rusya’nın o dönem en önemli edebiyatçılarından Puşkin de vardı. Puşkin, Rus ordusuna katılmak için Moskova’dan yola çıktı ve Tiflis yolunu tuttu. Gürcistan sınırında insanı ürküten dağ geçitlerinden geçti ve Tiflis’e vardı. Gördüğü tüm kasaba ve kentleri defterine not düşen Puşkin’in izlenimleri 19. yüzyıl başındaki Kafkasya kentleri ve toplumsal hayatı üzerine önemli bilgiler içeriyor. Notlar ayrıca o dönemin Osmanlı ve Rus askeri yapısının karşılaştırılması noktasında da çok çarpıcı özelliklere işaret ediyor.

 

 

Puşkin, Tiflis’ten sonra Kars’a doğru yola çıkar, çünkü Rus ordusu o sıralarda Kars yakınlarındadır. Kazak karakollarında at değiştirerek yol alır. Erivan yolu üzerinde karşılaştığı bir papazdan kentte veba salgını olduğunu öğrenir. Güzergahını Gümrü’ye doğru değiştirir. Ağrı Dağı’nın muhteşem görüntüsüyle birlikte Arpaçay’a varır. Rus ordusu tarafından alınan Kars önündedir artık. Dağlarla çevrili geniş bir ovadan geçtikten sonra Kars’a varır. Ertesi gün Kars yakınlarındaki Rus ordugahına giderken duygularını not eder:

 

“Sabahleyin kenti dolaşmaya çıktım. Erişilmez savunma mevzilerine ve yalçın bir kaya üstüne kurulmuş kaleye baktıkça, Kars'ı nasıl ele geçirebildiğimize şaşıp kalıyordum. (...) Ekin tarlaları arasından geçiyorduk. Çevrede köyler vardı. Fakat ahali kaçıp gitmiş, hepsi bomboş kalmıştı. Yol çok güzeldi. Bataklık yerleri doldurulmuş, döşenmişti. Derecikler üzerine taş köprüler kurulmuştu.”

Erzurum yolunda çatışma


Puşkin, artık ordu ile birlikte Erzurum’a doğru ilerlemektedir. Ve ilk büyük çatışmaya da Erzurum yolunda tanık olur. Günler süren çarpışmaların ardından Rus ordusu Hasankale önlerine gelir. Hasankale Erzurum'un anahtarıdır. Puşkin, Türk topraklarının Doğu’daki en ünlü kalesi olan Erzurum’a çok yaklaşmıştır:


“Ertesi gün ordumuz ilerlemeye başladı. Erzurum'un doğusunda, Top Dağı tepesinde bir Türk bataryası vardı. Alaylar Türk tüfeklerine bando mızıkayla karşılık vererek bataryanın üstüne yürüdüler. Top Dağı ele geçirildi. Kalesi, minareleri, birbiri üstüne abanan yeşil damlarıyla Erzurum gözlerimizin önüne seriliverdi. Alaylarımız Erzurum üzerine yürüdü.”



Puşkin artık Erzurum’dadır; 19. yüzyılın başındaki Erzurum Puşkin’in notları arasına şöyle girer: “Avrupa'yla Doğu arasındaki başlıca kara ticaret yolu Erzurum'dan geçiyor. Fakat kentte çok az mal satılıyor. Malları burada ortaya dökmüyorlar. Tournefort'un yazdığı gibi, Erzurum'da bir hasta, bir kaşık râvent bulamadığı için ölebilir. Oysa kentte çuval çuval râvent vardır. Asya şaşaası sözünden daha anlamsız bir şey bilmiyorum. Bu deyim Haçlı Seferleri sırasında çıkmış olmalı. Kalelerinin çıplak duvarlarını, meşe odunundan sandalyelerini bırakarak sefere katılan ve Doğu'nun kırmızı divanlarını, renk renk halılarını, kabzaları renkli taşlarla süslü hançerlerini görünce gözleri kamaşan yoksul şövalyelerin işidir bu. Bugün Asya yoksulluğundan, Asya ilkelliğinden söz edilebilir ancak. Görkem, hiç kuşkusuz, Avrupa'nın sahip olduğu bir şeydir artık. Pskov ilinin ilk taşra kentindeki küçük bir bakkal dükkânında bulabileceğiniz herhangi bir şeyi, Erzurum'da dünyanın parasını dökseniz satın alamazsınız.

 

Sert bir iklimi var buranın. Kent denizden 7.000 ayak yükseklikte bir vadiye kurulmuş. Çevredeki dağlar yılın büyük bir kısmında karla örtülüdür. Ormansız, fakat bitek bir toprağı var. Her yandan kaynaklar fışkırıyor; her yerde su kemerlerine raslıyorsunuz. Erzurum'da çeşmeden bol bir şey yok. Her birinin üstünde bir zincire bağlı teneke taslar asılı. İnançlı Müslümanlar bu taslardan su içiyor, Tanrı'ya şükürler ediyorlar. Kereste Soğanlı'dan getiriliyor. Erzurum silah deposunda sanırım Godfroy zamanından kalma eski silahlar, miğferler, zırhlar, kılıçlar bulundu. Hepsi paslanmıştı. (...) Sultanın önayak olduğu yenilik hareketleri Erzurum'a ulaşmamış henüz. Ordu hâlâ renk renk Doğu giysileri içinde. Erzurum'la İstanbul arasında, tıpkı Kazan'la Moskova arasında olduğu gibi bir çekişme var."

 

 

 


 

 

 

Görsel: Fatih Öztürk

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.