Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Rüyalar anlatılmazsa geçmişin günahları nasıl temizlenir?



Toplam oy: 1169
Nermin Yıldırım
Doğan Kitap
Nermin Yıldırım Rüyalar Anlatılmaz adlı romanında ailenin varlığının bireyde açabileceği yaralara eğilerek, dışa kapalı ve şeffaflıktan uzak her türlü kurum ve sosyal grubun, onların üyeleri için tehlike barındırma potansiyeline işaret eder.

 

Ece Ayhan’ın “İçerdekiler içerlerde / Dışardakiler dışarlarda kalmışlar” dizeleriyle başlayan bir roman bizi nereye  sürükleyecek? Bir umudun yanı sıra, kaygıyla başlarız bir kitabı okumaya. Acaba ilk cümleler, romana sadece tatlı bir giriş olarak kalıp, bütünü kapsamaktan uzak mı düşecek? Dileğimiz, içine daldığımız hikayenin ve dilin dünyasından bir tat almak ve hayal kırıklığı yaşamamaktır. Cevabını ancak son sayfayı okuduktan sonra bulabileceğimiz bu soru, romanın yapısındaki iç bütünlüğe çevirir dikkati. Tolstoy’un Anna Karenina’ya yazdığı “mutlu aileler ve mutsuz aileler” temalı giriş cümlesinin aslında bütün romanın küçük bir resmi olduğunu, yüzlerce sayfayı merak ve heyecanla okuduktan sonra kavrarız.

Nermin Yıldırım’ın ikinci romanı Rüyalar Anlatılmaz, önemli yanlarından biri olan içbütünlüğü sayesinde daha ilk  cümleden itibaren tutarlılıkla ilerler. Uzun sayılabilecek bir romanın ritmini başarıyla kurmak, sıkı bir çalışmanın yanı sıra, eserle arasına nispi bir mesafe koyabilen iyi yazarların duygusuna sahip olmayı da gerektirir. Nermin Yıldırım bu zeminde hikayesini kurarken, olayların akışı ile karakterlerin görünmez yanlarının parça parça açığa çıkmasını uyum içinde geliştirir.

 


İki mekan, ruhun iki hali


Romanın has elemanı Eyüp’ün iki ayrı mekanda (İstanbul ve Barselona’da) yaşamış olması, onun geçmişindeki ve iç dünyasındaki ikiliği, gerilimi de yansıtır. Yazar, karakterlerin psikolojik açısı ile mekânların açısı arasında bir yansıma oluşturur, ama bunu fazla deşip belirginleştirmeden sadece bir fon olarak tutar. Tanpınar Huzur’da romanın farklı katmanları (evlilik-aşk, mutluluk-huzur, doğu-batı, klasik musiki-klasik müzik, geçmiş-gelecek) arasındaki gerilimleri bir İstanbul örtüsüne yayarken aslında kenti bu ikiliklerin ana gerilim noktası haline getiriyordu. Ama Rüyalar Anlatılmaz, kendi gerilimini başlarda kent üzerine kuracakmış izlenimi verse de sonra ağırlığını tümüyle insanların ruh hallerine ve geçmişlerine taşıyarak ilerler, yolunu farklı çizer.

Romanın ana karakteri Pilar, ortadan kaybolan kocası Eyüp'ün başının belada olduğunu düşünür. Kocasının  Barselona’dan kalkıp memleketine, İstanbul’a gittiğini öğrenince, peşine düşüp soluğu İstanbul'da alır. Eyüp’ün yıllardır görüşmediği ailesinin yardımıyla kocasını bulmaya çalışır. Pilar ummadığı bir hikâyenin içine dalarken, biz de Eyüp’ün ailesinin (Bahriyeli Ailesi) hikayesini geçmişe doğru izlemeye başlarız ve çok geçmeden romanın aslında bu ailenin etrafında döndüğünü fark ederiz.

Romanda, bölümlerin arasına, Eyüp’ün psikolog tavsiyesiyle tuttuğu ve rüyalarını yazdığı günlük girer. Pilar kocasından kalan bu günlük sayesinde, bütün bir ömrün karışık yumağını çözerken, yönünü nasıl bulacağını da daha iyi anlar. Günlükteki rüyalardan ziyade kahramanın bu rüyalar hakkındaki yorumlarında, mesela Freud üzerinden geliştirdiği düşüncelerde, derinlik, acı ve (başlarda) gizli bir muziplik hissedilir. Böylece Rüyalar Anlatılmaz’ın (karakterin psikolojini usul usul açma açısından) en zor bölümleri başarıyla işlenir ve Bahriyeli Ailesi bireylerinin ikili ruh hali bu zeminde belirginleşir.

Bir polisiye gibi açılan romanda bir noktadan sonra kayıp Eyüp’ü bulmak bizim için tali bir amaca dönüşürken, Eyüp’ün kaçtığı (ya da aradığı) hakikat, onun kaybından daha önemli hale gelir.

Kötü karakterlere biraz iyilik katarak onların ruhunu, gerilimin ana noktası haline getirmek, roman geleneğinin  yollarındandır. Ancak Rüyalar Anlatılmaz’da bunun yerine, karakterlerin neden öyle olduğunun anlaşılmasına özel önem verilerek, karakterler, geçmişin günahlarıyla yaşayan/yaşayamayan ölümlüler olarak resmedilir. Roman ana ilişkilerin ocağı olan aile kurumunu gözümüzün önünde çözerken, aslında en yakınlarımızı bile tam manasıyla tanıyamayacağımıza işaret eder. İnsana karmaşık bir varlık olarak özel bir değer veren Romantik dönem düşünürlerinin izinden giderek, tek tek bütün karakterlere bu zeminde ayrı bir önem atfeder.

 

 

Bir romandan diğerine



Nermin Yıldırım bir önceki romanı Unutma Beni Apartmanı’nda ailenin yokluğunun bireyin hayatında yol açabileceği sıkıntılardan bahsediyordu. Rüyalar Anlatılmaz ise bunun tersine ailenin varlığının bireyde nasıl yaralar açabileceği üzerine eğilerek, dışa kapalı ve şeffaflıktan uzak her türlü kurum ve sosyal grubun, onların üyeleri için tehlike barındırma potansiyeline işaret eder. Buna, en güvenli liman olan aileler de dâhildir. Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan ve aile
kurumunun özellikle çocuklar ve kadınlar için birer hapishaneye, şiddetin en korkunç biçimlerde yaşandığı bir cehenneme dönüşebileceğini gösteren haberlere bu yüzden şaşırmayız aslında.

İlk romanını “kişiyi anlamak için ait olduğu zamana bakmak lazım” fikriyle inşa eden yazar, arka planda toplumsal ve politik olaylara ağırlık verirken, ikinci romanı Rüyalar Anlatılmaz’da meselesini “kişisel olan politiktir” kaygısıyla tek tek karakterler üzerinden anlatır ve ışığı onların ruh hallerinden başka yere kaydırmamaya çalışır.

Nermin Yıldırım’ın, bir romanı yazarken diğer romanını da düşündüğü anlaşılıyor. Birbirinden tamamen bağımsız olan iki romanında kesişme noktaları dikkat çekiyor: Rüyalar Anlatılmaz’da tanıdığımız Bahriyeli Ailesi’nin izleri ilk romanda da görülür. İki roman konu olarak birbirinin devamı değil, ama kimi karakterlerin yaşadığı dünya aynı dünyadır. Sadece çalıştığı romanın ayrıntılarına yoğunlaşmakla yetinmeyip, yazdığı ve yazacağı romanları da düşünerek yazmak pek az romancının derdidir. Nermin Yıldırım’ın vaadkâr yazarlığı, pek çok edebi niteliğin yanı sıra, bu ufku da barındırır.

 

 

Romanın çağrısı arka kapak yazısında yer alır:



Değil hakikati, hayallerini, rüyalarını bile anlatmaya korkuyorsun. Çünkü sustuğun, kilitler altında saklanıp görünmez olduğun sürece güvendesin sanıyorsun. Oysa ancak anlatarak ve yasını tutarak kurtulabilirsin içinde yıllanmış acıdan. Başka türlü ıslah olmaz kalbinde harelenmiş o uğursuz gam.

Bırak, bir bir dökülsün gizlice kendini izlediğin aynaların sırları. Bırak, kendi sırrında parçalansın cam, tarumar olsun dünün bütün doğruları. Aksın zehir, temizlensin kan, bulsun yolunu zaman. Bu demde sadece gerçeğin yolcususun. Hem gücün de yok sanma bu tekinsiz yolu adımlamaya. Unutma, sen sustuğun için böyle yorgunsun.

Şimdi akrebi ve yelkovanı kalbini kırdıkları yerde uyut, evvelce verilmiş insafsız sözleri unut ve öyle bir çığlık at ki, bütün sessizlik yeminleri o an bozulsun. Bırak, artık her şey konuşulsun...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.